-->
enfeksiyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
enfeksiyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6/24/2013

Mide Ülseri Hastalarının Ölümüne sebep olabilecek yeni tehlike

    6/24/2013 11:09:00 ÖS   Yorum yok
mideden yayılan sıvı organlara kadar ulaştı
Mide Ülseri Hastalarının Ölümüne sebep olabilecek yeni tehlike
Tehlike bu kadar büyük mide ülseri erken teşhis edilmesse hayati tehlike yaratabilir basit bir enfeksiyon bile ölüme neden olabilir 

milli atlet binnaz uslu londra'da rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldı iddiaya göre mideden yayılan sıvı organlara kadar ulaştı bu durumun hayati tehlike yaratması herkesi korkuttu.

3/20/2013

Kasık bölgesindeki tüyleri ağda ile almak enfeksiyon riski yaratıyor

    3/20/2013 03:52:00 ÖS   Yorum yok

Fransa'daki bir özel klinikte 30 hasta üzerinde yapılan araştırma, ağda ve traşın ciltte yaptığı tahrişin bazı virüs türlerine uygun ortam hazırladığını ortaya çıkardı.


'Molluscum contagiosum' virüsü kapan 30 yeni hastanın hepsinin de kasık bölgesindeki tüyleri ağda veya traş etmek yoluyla aldıkları ya da kısalttıkları bildiriliyor.

24'ü erkek olan hastaların hepsinde kasık bölgesinde lezyonlar görüldü.

İngiliz Tıp Derneği'nin bir yayın organına bilgi veren araştırma ekibi, kasık bölgesindeki istenmeyen tüyleri aldırmanın erkekler arasında da giderek yaygınlaştığını kaydetti.

'Molluscum contagiosum' virüsü son derece bulaşıcı ve hastalık kapmış biriyle ten teması ya da virüs bulaşmış havlu ya da bezlere dokunmakla geçiyor.

Virüs genelde kendi kendine iyileşiyor ve kırmızı kabartılardan başka bir semptomu bulunmuyor.

Kabartıların sıkılması halinde kanama ve yara izi olabiliyor, enfeksiyonu yayma riski de artıyor.

Araştırmacılar cinsel organ üzerindeki tüyleri almanın siğil gibi bazı ufak enfeksiyonlar için de risk unsuru oluşturabileceğini söylüyorlar. bbc türkçe

3/12/2013

Arı zehiri AIds'e yol açan HIV Virüsünü tahrip ederek yok ediyor

    3/12/2013 03:00:00 ÖS   Yorum yok

Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden bilim insanları, tıp tarihinde çığır açabilecek bir keşifte bulundu. Arının zehir kesesinde bulunan ve sokması ile birlikte salgılanan kimyasal bir maddenin, etrafındaki sağlıklı hücrelere zarar vermeden AIDS'e yol açan HIV'i tahrip ettiği saptandı.


Araştırmacılar, bu maddeyi bir jel haline getirip virüsün buluşmasını engellemeyi hedefliyor. Araştırma ekibinden Joshua L. Hood, "Bu jelin, virüsün hızla yayılma ihtimalinin yüksek olduğu her bölgede engelleyici önlem olarak kullanılabilmesini ve böylece virüsün başkalarına bulaşmasını engellemeyi umut ediyoruz" diye konuştu.

Arı zehirinde bulunan "melittin" adlı madde, HI-virüs hücrelerinin çeperinde delikler açıyor, ancak etraftaki diğer hücrelere zarar vermiyor. Şimdiye dek AIDS tedavisinde kullanılan ilaçlar, virüsün vücutta yayılmasını yavaşlatırken, arı zehirindeki bu madde virüse doğrudan saldırıyor ve enfeksiyon oluşmasını engelliyor.

Deutsche Welle Türkçe

1/05/2013

Japon Araştırmacılar Kansere saldıran hücreleri çoğaltmayı başardılar

    1/05/2013 01:30:00 ÖS   Yorum yok

Doğal olarak az sayıda oluşan bu hücrelerden fazla miktarda üretilip hastaya nakledilmesi yoluyla bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi umuluyor.

Japon araştırmacıların bu çalışması Cell Stem Cell dergisinde yayımlandı.

Uzmanlar sonuçların heyecan verici olduğunu, ancak klinik tedaviye geçmeden önce bu yöntemin güvenli olduğunun kanıtlanması gerektiğini vurguluyor.

Araştırmacıların çalışmasına konu olan hücreler, sitotoksik T hücresi olarak bilinen bir tür akyuvar hücresi.

Hücre duvarlarındaki enfeksiyon ve kanser belirtilerini tespit etme yeteneğine sahip bu hücreler bu belirtileri görünce saldırıya geçiyor.

Tokyo Üniversitesi ve Riken Alerji ve İmmünoloji Araştırma Merkezi'nden ekipler, kök hücre teknolojisindeki gelişmelerden yararlanarak daha fazla sayıda T hücresi üretmeya çalıştı.

Ekiplerden biri cilt kanseri olan bir hastanın, diğeri ise HIV virüslü bir hastanın T hücrelerinden numune aldı.

Bu hücreler kök hücreye dönüştürülüp laboratuvarda çoğaltılarak yeniden kanser ya da HIV'e saldıran T hücrelerine dönüştürüldü.
Yeni bir silah mı?

Ekipler sadece bu hücrelerin laboratuvarda çoğaltılabileceğini kanıtlamış oldu.

Çoğaltılan hücrelerin güvenli bir biçimde yeniden hastaya naklinin ya da böylesi bir nakil durumunda hasatlıkta gelişme kaydedilmesinin mümkün olup olmadığını tespit etmek için daha fazla çalışma yapılması gerekiyor.

Riken Merkezi'nde kanser bağışıklık hücreleri konusunda araştırmayı yürüten Dr Hiroşi Kawamoto "Bir sonraki adım, bu T hücrelerinin vücuttaki diğer hücrelere dokunmadan sadece kanser hücrelerini hedef alıp alamayacağını denemek olacak" dedi.

Tokyo Üniversitesi'nden Dr Hiromitsu Nakauchi ise bu tekniğin HIV tedavisinde kullanılıp kullanılamayacağı konusunda netlik olmadığını, kanser ya da enfeksiyon hastalıklarından işe başlamanın daha doğru olabileceğini vurguladı.
'Heyecan verici'

Uzmanlar bulguların cesaret verici olduğunu söyledi.

Galler'deki Cardiff Üniversitesi Avrupa Kök Hücre Kanser Araştırması Enstitüsü'nden Profesör Alan Clarke "Bu, yeni hücre tedavileri geliştirme olanaklarımızı genişleten heyecan verici bir gelişme" dedi.

Clarke, hücrelerin hastalara özgün olarak geliştirilebileceğini, böylece uyum sorununun ortadan kalkacağını vurguladı.

Diğer uzmanlar ise çalışmaların henüz başlangıç aşamasında fakat ümit verici olduğunu ve gelecekti araştırmalara temel oluşturacağını belirtti.

İngiltere Kanser Araştırmaları Vakfı böyle bir tedavinin olası olup olmadığını öğrenmek için henüz erken olduğunu ifade etti.

Newcastle Üniversitesi'nden Profesör Sir John Burn ise T hücrelerini güvenli ve ekonomik bir biçimde çoğaltmanın zor olabileceğini, fakat geleneksel tedavi biçimleri başarılı olamadığında alternatif olarak böyle bir tedaviye başvurmanın mümkün olabileceğini vurguladı. bbc türkçe

9/29/2012

insan vücudunda birkaç haftada eriyecek elektronik ilaçlar geliyor

    9/29/2012 01:16:00 ÖÖ   Yorum yok


James Gallagher

BBC sağlık ve bilim muhabiri

ABD'de bilim insanları vücutta eriyen süper ince elektronik düzenekler yaptı.

Bilim insanları bunların çeşitli tedavilerde kullanıldıktan sonra eriyip gideceğini söylüyor.

Bilim dergisi Science'da yayınlanan makaleye göre bu teknoloji örneğin bir yarayı enfeksiyon kapmasını önlemek için sıcak tutmakta kullanıldı.

Elektronik 'ilaçlar' silikon ve magnezyum oksitten yapılıyor, ipekten koruyucu bir tabakayla kaplanıyor.

Bilim insanları bunların, dayanıklı ve istikrarlı olmaları amaçlanan geleneksel elektronik aletlerin tam tersi olduğunu söylüyor.

Silikon zaten suda eriyen bir madde. Ancak geleneksel elektronikte kullanılan parçalar öyle büyük ki, bunların erimesi çok uzun bir zaman alırdı.

Araştırmacılar bu yüzden muazzam incelikte, birkaç gün ya da haftada eriyebilen nanomembran tabakalar kullanmış.

Erimenin hızını ise koruyucu ipek tabaka belirliyor.

İpek böceklerinden toplanan malzeme eritilerek işlemden geçiriliyor, bu arada kristalleşme şekli vücutta ne kadar süre bozulmadan kalacağını belirliyor.
Çevre dostu telefonlar?

Bu yöntem bugüne dek laboratuarda 64 piksel fotoğraf makinelerinde, ısı algılayıcılarda ve güneş hücrelerinde denenmiş.

Illinois Üniversitesi'nden Mekanik Bilim ve Mühendislik Profesörü John Rogers "Bu yeni bir alan; pekçok fırsat var. Büyük olasılıkla henüz bilemediğimiz kullanım alanları olacak." diyor.

Profesör Rogers, BBC'ye bu teknolojinin ameliyat yaralarında kullanılabileceğini söyledi.

Rogers "Enfeksiyon hastaların hastaneye dönmesinin başlıca sebeplerinden biri. Yarayı kapatmadan önce bunlardan biri içeriye yerleştirilebilir." diyor.

Bu teknolojinin ayrıca vücuda bazı ilaçların yavaş yavaş verilmesinde ya da kalp ve beyin için sensör yapımında kullanılabileceği belirtiliyor.

Bir diğer kullanım alanı ise daha çevre dostu bilgisayarlar ve cep telefonları üretilmesi olabilir. bbc türkçe

5/10/2012

kansere neden olabilecek dört enfeksiyon tipi tespit edildi

    5/10/2012 05:38:00 ÖS   Yorum yok

184 ülkede görülen 27 kanser tipi üzerinde yapılan araştırma sonucunda kansere neden olabilecek dört enfeksiyon tipi tespit edildi.

dört enfeksiyon tipi

Araştırmaya göre Papillom virüsü, Helicobacter pylori ve Hepatit B ve C virüsleri her yıl 1.9 milyon kişinin karaciğer, rahim ve bağırsak kanserine yakalanmasına neden oluyor.

Araştırmayı gerçekleştiren Fransız Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı bu enfeksiyonların neden olduğu kanser vakalarının önlenmesi ve kanserin tedavi edilebilir bir hastalık olarak algılanması için çalışmalar yapılması gerektiğini söyledi.
'Önlenebilir'

Enfeksiyona bağlı kanser vakaları gelişmekte olan ülkelerde üç kat daha sık görülüyor.


Doğu Asya'da bu tip kanserlerin oranı %22.9 olarak tespit edilirken, İngiltere'de bu oran %7.4'te kalıyor.

Vakaların üçte biri 50 yaşından genç kişilerde kendini gösteriyor.


Kadınlar arasında enfeksiyon kaynaklı kanserlerin yarısını rahim kanseri vakaları oluşturuyor.

Erkeklerde görülen enfeksiyon kaynaklı kanserler ise karaciğer ve mide kanserleri.

Araştırmayı yöneten Dr. Catherine de Martel ve Dr. Martyn Plummer ''Bazı virüs, bakteri ve parazitlerin neden olduğu enfeksiyonlar kanser vakalarının en önemli nedenlerinden ve bu vakalar kolayca önlenebilir'' diyorlar.

Bilim adamları ''Zaten bilinen kamu sağlığı methodları ile enfeksiyonların ilerlemesinin engellenmesi, aşı programlarının uygulanması, anti mikrobik tedaviler gelecekte kanser vakalarının gözle görülür oranda azalmasını sağlayabilir'' diyor.

Rahim kanserine neden olduğu bilinen papilloma virüsüne karşı geliştirilmiş bir aşı mevcut.

Karaciğer kanserine neden olan Hepatit B virüsünün de aşısı var.

Uzmanlar ayrıca Helicobacter pylori enfeksiyonlarının antibiyotiklerle tedavi edilmesi durumunda mide kanseri vakalarının da azalacağı inancında.bbc türkçe

kanser hastalarını kemoterapinin yan etkilerinden korumak için kök hücre kalkanı

    5/10/2012 02:40:00 ÖS   Yorum yok

Kemoterapi ilaçları hızla bölünen kanser hücrelerini öldürmeye çalışıyor ancak bu ilaçlar kemik iliği gibi sağlıklı vücut dokularına da zarar veriyor.

kök hücre kalkanı

Science Translational Medicine dergisinde yayınlanan bir araştırmada genetik olarak modifiye edilmiş kök hücreler kemoterapi sırasında kemik iliğini korumakta kullanılmış.

Cancer Research UK araştırmanın kemoterapinin yan etkileri ile savaşa yepyeni bir yaklaşım getirdiğini söyledi.

Tedavi sırasında zarar gören kemik iliği yeterli kan hücresi üretemiyor.


Tedavi sonucunda daha az akyuvar hücresi üretiliyor bu da enfeksiyon riskini artırıyor.

Alyuvarlardaki azalma ise nefes darlığına ve sürekli yorgunluğa neden oluyor.

Araştırmanın yapıldığı ABD'nin Seattle eyaletindeki Fred Hutchinson Kanser Araştırma Merkezi'nden bilimadamları kemoterapinin yan etkilerinin kanser tedavisinde büyük sıkıntı yarattığını, bazen tedavinin durdurulmasına neden olabildiğini söyledi.
'Koruma kalkanı'

Araştırmacılar beyin kanseri olan üç hastanın kemik iliğini kemoterapi sırasında kök hücre kullanarak korumaya çalıştılar.

Araştırmacılardan Dr Jennifer Adair ''Kemoterapi tedavisi hem kanser hücrelerine hem de kemik iliklerine saldırıyor ancak bu yeni yöntemle iliklere koruyucu kalkanlar veriyoruz ve tedavide tek zarar gören tümör hücreleri oluyor''

Hastaların kemik ilikleri alındı ve bu iliklerden kök hücre çıkarıldı.


Daha sonra kök hücreler genetik olarak kemoterapiden zarar görmeyecek şekilde modifiye edildi ve vücuda geri yerleştirildi.

Araştırmacılardan Prof Hans-Peter Kiem ''Deney sonucunda hastaların kemoterapi ile daha iyi başedebildiklerini gördük'' dedi.

Araştırmacılar deneye katılan üç hastanın beyin kanserinin o cinsine sahip olan hastalara verilen tahmini yaşam süresi olan 12 aydan çok daha uzun yaşadıklarını söylediler.

Deneklerden biri, tedaviye başlanmasının üzerinden 34 ay geçmiş olmasına rağmen halen hayatta.

Cancer Research UK bilimadamı Prof Susan Short ''Bu çok ilgi çekici bir araştırma ve kemoterapi karşısında vücudu koruma çabasına yeni bir bakış açısı getiriyor'' dedi.

Short ''Ancak deneylerin devam etmesi gerek'' dedi.bbc türkçe

1/03/2012

hong kong'da hükümet binasında her 10 vakadan 1'ini öldürebilen lejyoner bakterisi bulundu

    1/03/2012 04:18:00 ÖS   Yorum yok

Hong Konglu yetkililer, hükümet binalarından oluşan yeni yerleşkede Lejyoner hastalığına yol açan bakterinin bulunduğunu doğruladı.

Lejyoner hastalığı

Sağlık yetkilileri, geçen ay bir bakanın bu hastalığa yakalanarak hastaneye kaldırılması üzerine binalarda inceleme yaptı.

Hong Kong Sağlık Koruma Dairesi yeni hükümet binalarında çeşitli noktalardan su örnekleri topladı. Kimi tuvaletlerde Legionella pneumophila bakterisine rastlandı.

Kantin mutfakları ve Yemek Salonu'na da bakteri bulaştığı belirlendi.


Yapılan araştırmalar sonucu yerleşkeye bulaşan bakteri oranı, kabul edilebilir seviyenin 14 katı üzerinde çıktı.

Yetkililer, henüz yeni kullanılmaya başlanan binaları dezefenkte etme çalışmalarını başlattı.

Hastalığa yol açan bakteri ilk kez 1970'lerde ABD'de Lejyonerlerin bir toplantısı sırasında tespit edilmiş, bu nedenle Lejyoner hastalığı olarak anılmaya başlanmıştı.

Akciğerlerde enfeksiyona ya da zatürreye yol açan bakteri, insandan insana bulaşmıyor. Ancak her 10 vakadan 1'i ölümle sonuçlanabiliyor.


708 milyon ABD dolarına mal olan yerleşke, geçen Ağustos ayında hizmete açılmıştı.

Açıldığı sırada binada mühendislik çalışmaları halen sürmekteydi.

Eski milletvekili ve fizikçilerden Lo Wing-lok, ölümcül virüsün ortaya çıkmasının sebebi olarak binaya alelacele taşınılmasını gösterdi.

12/12/2011

tıpta mide bulandıran nakil dışkı nakli ile hayat kurtarılabiliyor

    12/12/2011 07:44:00 ÖS   Yorum yok

Bir insandan diğerine dışkı nakli ilk bakışta mide bulandırıcı olarak gelse de bazı durumlarda hayat kurtarabiliyor.

dışkı nakli ile hayat

Bazı doktorlar, belli hastalıklarda dengesi bozulan kalın bağırsakları tekrar yararlı bakterilerle doldurmak için bu yönteme başvuruyor.

İngiltere'de Clostridium Difficle Enfeksiyonu (CDI) vakalarında bu yöntemi kullanan tek doktor olduğunu belirten Alisdair MacConnachie, bunun kanıtlanmış bir tedavi şekli olduğunu söylüyor.

Dr. MacConnachie, bu yönteme son çare olarak başvurulması gerektiğine dikkat çekiyor.

Alisdair MacConnachie'ye göre işin mantığı çok basit. CDI, antibiyotiklerin kalın bağırsaktaki çok sayıda yararlı bakteriyi yok etmesiyle ortaya çıkan bir enfeksiyon. Bu enfeksiyon, hayatta kalan bakterilere patlayıp çoğalacak ve yüksek miktarda toksin üretecek alan sağlıyor. Bunun da ishale yol açtığı ve ölümcül olabileceği belirtiliyor.

İlk seçenek olarak hastalara daha fazla antibiyotik veriliyor. Ama bu yöntem her zaman etkili olmuyor ve enfeksiyon tekrar ortaya çıkıyor.30 gram


Bu yöntemde ise kalın bağırsaklara daha fazla bakteri eklenerek bunların Clostridium Difficile bakterileriyle savaşması ve enfeksiyonun kontrol altına alınması sağlanıyor.

Dr. MacConnachie, İskoçya'nın Glasgow kentindeki Gartnavel Hastanesi'nde 2003'ten bu yana 20 kez bu operasyonu gerçekleştirdiğini söylüyor. Bu hastalardan biri dışında tümü enfeksiyondan kurtulmuş.

Normal tedavi yöntemi sonuç vermezse, hastaya operasyondan bir gece öncesine kadar antibiyotik veriliyor. Hasta daha sonra mide asidini kontrol edecek ilaçlar alıyor.

Operasyon sabahı dışkı verecek kişi hastaneye gelip dışkı örneği veriyor.


Bu kişi genellikle hastanın yakını ve tercihen hastayla aynı evde yaşayıp aynı şeyleri yiyen ve bağırsaklarında benzer bakteriler bulunan kişiler oluyor.

30 gram dışkı tuzlu suyla blender'dan geçiriliyor. Kahve filtresinden geçirilen sıvı, bir boru aracılığıyla burundan mideye gönderiliyor. 

10/21/2011

kene kabusuna türk bilim adamlarının geliştirdiği antiserum tedavisi umut oldu

    10/21/2011 09:40:00 ÖS   Yorum yok

Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Kliniği Şefi Prof. Dr. Hürrem Bodur, KKKA hastalığının tedavisinde kullanılan serumla ilgili çalışma konusunda açıklamalarda bulundu.


antiserum tedavisi
KKKA tedavisinde kullanılmak üzere antiserum geliştirilmesine yönelik geçmişte Bulgaristan ve Rusya gibi ülkelerde çalışmalar yürütüldüğünü anlatan Bodur, yeterince antikor geliştiremedikleri için vücutlarında virüs çoğalan bu hastaların yaşamlarını kaybettiklerini söyledi.

Ülkedeki farklı üniversite ve hastanelerden enfeksiyon hastalıkları uzmanı ve veteriner hekimlerin yer aldığı, 2007'de etik kurul onayı alınarak başlatılan bu çalışmanın, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde KKKA tedavisi gören 26 hasta üzerinde yürütüldüğünü ifade eden Bodur, şu bilgileri aktardı:

''Çalışma için ülkemizde görülen KKKA hastalarının tedavisinde alternatif bir yöntem kullanılabilir mi düşüncesiyle yola çıktık. Bu hastalara daha önce KKKA geçirip iyileşen 22 donörden alınan kanlarla üretilen antiserum verildi. Hastaların 11'inde ölüm riski yoktu, 15'inin ise durumu ağırdı. Yani kanlarındaki virüs yükü nedeniyle bu hastalardan yüzde 90'ının hayatını kaybetme riski yüksekti. Durumu ağır 15 hastadan 13'ünün yaşamını yitirmesi beklenirken, antiserumla uyguladığımız tedavi sonrası sadece 2 hastamızı kaybettik.''

Çalışmayı ''umut verici'' olarak niteleyen Bodur, ''(Nihai tedavi bulundu) demek için henüz erken. İncelediğimiz vaka sayımız azdı. Bu nedenle serum ile ilgili çalışmaların devam etmesi gerekiyor'' şeklinde konuştu.

Çalışmanın, Japonya'daki bir bilim dergisinde de yayımlandığını belirten Bodur, hastaların çok büyük bir bölümünde hafif seyreden KKKA'nın kendiliğinden iyileştiğini, yüzde 10 oranında ise ağır seyrettiğini bildirdi.

Hastanede yatarak tedaviye ihtiyaç duyanların bu gruptaki hastalar olduğunu kaydeden Bodur, ''Bu hastaları biz gayet iyi biliyoruz. Çalışmayı da bunlar üzerinde yürüttük. Çalışma sonuçları ilerde daha geniş bir hasta grubunda denenmek üzere değerlendirilecek'' bilgisini aktardı.

Türkiye'nin deneyimlerinden yararlanacak


Öte yandan, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi (RSHM) Başkanlığı tarafından düzenlenen, Türk bilim adamlarının çalışmasının katılımcılarla paylaşıldığı, uluslararası katılımlı çalıştayda, KKKA hastalığı ile ilgili son gelişmeler ve yeni tedavi yöntemleri de masaya yatırıldı.

RSHM Başkanı Prof. Dr. Mustafa Ertek, yürütülen çalışmalar sayesinde Türkiye'deki KKKA vaka sayısının son yıllarda azaldığını belirtti.

Vaka sayısındaki artışın 3 yıl önce durduğunu, son zamanlarda da inişe geçtiğini belirten Ertek, çalıştayda Türkiye'nin deneyimlerinin diğer ülkelerle paylaşıldığını söyledi.
Yunanistan'daki Selanik Üniversitesinin öğretim üyesi Prof. Dr. Anna Papa Konitari, ülkesinde KKKA hastalığına rastlanmadığını, tek vakanın 2008 yılında görüldüğünü belirterek, ''Ancak KKKA salgını Avrupa'ya, Yunanistan, İtalya, Portekiz, İspanya gibi ülkelere de sıçrayabilir. Buna karşı önlem almak amacıyla Türkiye'nin deneyimlerinden yararlanmak istiyoruz. Zaten o yüzden bu toplantıdayız'' şeklinde konuştu.

9/08/2011

eşcinsel ve biseksüel erkeklere uygulanan ömür boyu kan verme yasağı gevşetiliyor

    9/08/2011 10:00:00 ÖS   Yorum yok
Birleşik Krallık hükümeti, Kasım ayından itibaren, son bir yılda başka bir erkekle cinsel ilişkiye girmemiş erkeklerin kan bağışı yapabilmesini kabul etti.

kan verme yasağı
Söz konusu yasak, HIV virüsünün bulaşmasını önlemek amacıyla 1980'lerde yürürlüğe sokulmuştu.

Ancak hükümet yetkilierinden oluşan panele sunulan son tıbbi veriler, eşcinsel ve biseksüel erkeklere uygulanan ömür boyu kan verme yasağının artık haklı gösterilemeyeceğini ortaya koyuyor.

İngiltere, İskoçya ve Galler'de yönetimler, sunulan tezi kabul ederek kuralların gevşetilmesini kararlaştırdılar. Kuzey İrlanda'da da yakında bir karar alınması bekleniyor.

Söz konusu yasak hem birey eşitliği, hem de tıbbi nedenler dolayısıyla sorgulanmaktaydı.


Birleşik Krallık Ulusal Kan Hizmetleri, tüm kan bağışlarını HIV ve diğer hastalıkların taramasından geçiriyor. Ancak enfeksiyonun kapılmasından sonra virüsün saptanamayacağı bir ara dönem bulunuyor.

Hükümete bağlı Kan, Doku ve Organ Güvenliği Danışma Komisyonu üyelerinden Prof. Deirdre Kelly, toplanan kanların güvenliğinin çok büyük önem taşıdığını söyledi ve bu alanda konacak kısıtlamaların, son bilimsel verilere dayandırılması gerektiğini vurguladı.

Prof. Kelly, tıpta sağlanan ilerlemeler sayesinde, bağışlanan kanda yapılacak tahlillerde hata olasılığının önemli ölçüde azaltıldığını söyledi ve riskli olabilecek dönemin süresinin de kısaldığını kaydetti.

Birleşik Krallık Kan ve Organ Nakli Birimi'nde tıp ve araştırma müdürü olan Dr. Lorna Williamson, eşcinsel ve biseksüel erkeklere konan bir yıl kuralının uygulanmasında, kan bağışında bulunmak üzere başvuran erkeklerin "dürüst beyanlarının" esas alacaklarını belirtti.

Eşcinsel hakları grubu Stonewell, bu kararın doğru yolda atılmış bir adım olduğunu kaydetti.

Diğer bazı ülkelerde de benzer kararlar alındı ve uygulanmakta.


Güney Afrika'da sonuncu cinsel ilişkiyle kan bağışında bulunabilme zamanı arasındaki süre kısıtlaması 6 ay. Avustralya, İsveç ve Japonya ise birer yıllık süre koyuyorlar.

Avustralya'da yapılan araştırmalara göre, kuralların değiştirilmesinden sonra ülkede HIV virüsünün yayılmasında belirgin bir artış gözlenmedi.

8/15/2011

antibiyotikli balıklar için iki ayrı görüş uzmanlar zararlı bakanlık risk yok diyor

    8/15/2011 04:47:00 ÖS   Yorum yok

Uzmanlar, balık çiftliklerinde balıklara verilen antibiyotiğin insanda antibiyotiğe karşı bağışıklığa neden olduğu belirtti. Konusuyla ilgili uzman görüşleri şöyle:


balıklara verilen antibiyotik
- Ali Çetin (Tüketici Dernekleri Federasyonu Başkan Yardımcısı): İnsanlar antibiyotikli balıklar ile antibiyotiğe karşı direnç kazanıyorlar. O zaman da hasta olduğumuzda aldığımız antibiyotik işe yaramıyor. Bu nedenle de kanser ve diğer hastalıklar giderek artıyor. Tarım ve Gıda Bakanlığı son derece yetersiz kalmaktadır. 

Bakanlığın buna izin vermemesi gerekir. - Nilgün Erbil (Patolog Doktor): Çiftlik balıklarını tüketerek aldığımız antibiyotik enfeksiyon açısından tehlikeli. Balıklara çok yüksek dozlarda verildiği için, insanın o hastalığa yakalanma olasılığını arttıyor. Aşırı yüksek doz insan vücuduna girdiği zaman ona karşı bağışıklık oluşuyor ve insan vücudu hastalığa karşı savaş veremiyor. Balığa 200 katı verilmiş olan ilacın, insana 500 katı verildiğinde faydası görülüyor. Bu insanın bağışıklık sistemini çökerten bir durum. - Ümit Bora (Yarımada Çevre Platformu Sözcüsü) Gelecek kuşaklar 25-30 yaş sonrasını göremeyecek. 

Gıda denetimi olmayan bir ülkede yaşıyoruz. 


Balıklara normalden 200 kat fazla antibiyotik veriliyor. İnsan vücudu bu antibiyotiği aldığında buna direnç ve bağışıklık kazanıyor. Hastalığa karşı aldığı antibiyotik işe yaramıyor. Bakanlık’tan açıklama Cumhuriyet’in gündeme getirdiği “antibiyotikli balık” konusunda bir açıklama yapan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı “2011 yılı programı dahilinde İzmir Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü’nce 08.08.2011 tarihi itibarıyla 135 adet numune, haberde yer alan Karaburun Yarımadası’ndaki çiftliklerden alınmış olup, hiçbirinde olumsuz sonuç çıkmamıştır. 

Eğri Liman mevkiinde ise 3 yıldan beri balık çiftliği bulunmamaktadır.


 Bakanlığımız, haberde bahsi geçen bölgelerimizden AB’ye yapılan ihracatlarda da şimdiye kadar herhangi bir olumsuz durum için bildirim almamıştır. Bu da gösteriyor ki ihracata konu olan ve bu bölgelerde yetiştirilen ürünler risk taşımamaktadır” dedi.

yeni bir araştırma sonucunda yüksek tansiyona bir virüsün sebep olabileceği saptandı

    8/15/2011 04:26:00 ÖS   Yorum yok

Çin'in başkenti Pekin'deki Çaoyang Hastanesinden bilimadamlarının yaptığı araştırma, uçuk (herpes) virüsüyle bağlantılı CMV (sitomegalovirüs) adı verilen virüs ile yüksek tansiyon arasında bağlantı olabileceğini gösterdi.


virüsün sebep olabileceği
Araştırmaya imza atanlardan Dr. Yang Şinçun, bu virüs ve yüksek tansiyon arasındaki ilişkinin kesinlik kazanması durumunda yüksek tansiyon aşısının ya da bu hastalığa karşı başka tedavi yöntemlerinin geliştirilebileceğini vurguladı. Yang Şinçun, insanlar üzerinde yapılan araştırmanın başlangıç aşamasında olduğunu ve daha fazla kişinin katıldığı geniş çaplı araştırmaların yapılması gerektiğine dikkati çekti.

Amerikan ''Circulation (Dolaşım)'' dergisinde yayımlanan araştırma, Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre dünya genelindeki bir milyar yüksek tansiyon hastası için umut ışığı olabilir. Hayatının herhangi bir döneminde birçok kişide, bazı enfeksiyonlara yol açan CMV, vücut salgılarıyla (kan, idrar, tükürük) bulaşıyor. CMV enfeksiyonları genelde herhangi bir belirti vermeden geçirilebiliyor. 

Birincil yüksek tansiyonun nedenleri tam olarak bilinmiyor. 


Bu hastalığın kalıtım, ruhsal açıdan çabuk etkilenen heyecanlı kişilik, şişmanlık gibi bazı etkenlerden kaynaklandığı düşünülüyor. İkincil yüksek tansiyona ise böbrek dokusunda ve böbrek atardamarlarında yerleşen hastalıklar, aortun kalpten çıktığı bölgedeki darlık, kafa içi basıncının artması, bazı ilaçlar yol açabiliyor. ABD'nin Beth Israel Deaconess Hastanesi'nden bilimadamlarının 2009'da fareler üzerinde yaptığı araştırma da yüksek tansiyonun ana nedeninin CMV olabileceğini göstermişti. 

Çinli bilimadamlarının araştırması, söz konusu virüs ile birincil yüksek tansiyon arasında bağlantı olabileceği bulgularını güçlendirmiş oldu.

8/12/2011

lösemi tedavisinde yeni yöntem hastanın bağışıklık sistemi kullanılarak tümörler öldürülüyor

    8/12/2011 12:21:00 ÖÖ   Yorum yok
Amerikalı bilim adamları, kanser tedavisinde yeni bir yöntem bulduklarını açıkladı.

hastanın bağışıklık sistemi
Bir lösemi türü olarak bilinen Kronik Lenfositik Lösemi, kısaca KLL hastalığı yılda yaklaşık 15 bin insanı etkiliyor ve 4 bininin ölümüne neden oluyor. 

Araştırmacılar bu kanser türünde, yıllardır hastanın kendi bağışıklık sistemini kullanarak kanser hücrelerini öldürmenin yollarını aradı. 

 Kronik Lenfositik Löseminin iyileştirilmesi için tek yöntem olarak kemik iliği nakli biliniyordu. 


Ancak bu yöntem, hem riskliydi hem de hastaların yarısında etkili olmuyordu. Pennsylvania Tıp Fakültesi'nden Doktor Carl June ve ekibinin bulduğu yöntemde, hastanın kendi T hücreleri kullanılıyor. Enfeksiyonla mücadele eden beyaz kan hücreleri olan T hücreleri alınıyor, genetik olarak yeniden programlanarak hastaya enjekte ediliyor. 

 Araştırmacılar, yöntemin 3 hastadan ikisinde sonuç verdiğini; 6 aylık bağışıklık tedavisi sonrasında kanser hücrelerinin tamamen kaybolduğunu belirtiyor. 

7/15/2011

denizden çıktıktan sonra ıslak mayo ile dolaşmak idrar yolu enfeksiyonu riski oluşturuyor

    7/15/2011 11:45:00 ÖS   Yorum yok

Memorial Ataşehir Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Gökçe Günbey Elemen, yaz aylarında sık yaşanabilen idrar enfeksiyonları hakkında bilgi verdi.


Denizden çıkar çıkmaz mayosunu değiştirin

Denizden ya da havuzdan çıktıktan sonra mayoların değiştirilmemesi birçok hastalığın oluşumuna zemin hazırlamaktadır. Islak mayo ile vakit geçirmek en başta idrar yolu enfeksiyonu riskini artırmaktadır. Örneğin ıslak mayo ile dolaşmak genital bölgede mantar enfeksiyonlarına yol açabilmektedir. Bu sebeple çocuğunuz için tercih edeceğiniz mayo ya da bikininin hava alan kumaşlardan yapıldığına dikkat edin. Çocuğunuz sudan çıktıktan sonra acilen ıslak mayonun kurusuyla değiştirmeniz bu riski engellemeniz için en iyi yoldur. Yine iç çamaşırlarının da hava alan cinsten özellikle pamuklu kumaştan olanlarının tercih edilmesinin sağlık açısından önemlidir.

idrar yolu enfeksiyonu

Enfeksiyonun baş sebebi bakteri ve virüsler


İdrar yolu enfeksiyonu (İYE); “üriner sistem” adını verdiğimiz idrar yollarının herhangi bir bölgesinde ve herhangi bir sebeple enfeksiyon oluşması durumudur. Yenidoğan döneminde (ilk 1 ay) erkek çocuklarda, daha sonraki dönemlerde ise kız çocuklarda daha sık görülmektedir. Kız çocuklarda idrar yolunun daha kısa ve anüse yakın olması bağırsak bakterilerinin idrar yollarına bulaşmasına zemin hazırlar. Bakteriler, virüsler ve mantarlar idrar yolu enfeksiyonuna yol açabilirler. En sık (%80) rastlanan etken bağırsak bakterilerinden biri olan E. Coli’dir.


İdrar yolu enfeksiyonu gelişmesinde risk faktörleri


• Kız çocuklarda tuvalet temizliğinin arkadan öne yapılması da enfeksiyonun gelişmesinde önemli rol oynar. Çocukların çok dar iç çamaşırı ve giysiler giymesi, havuz gibi durgun sularda yüzmesi
• Sünnetsiz erkek çocuklarda da İYE riski artmaktadır.
• Oyuna dalıp idrar tutma ve uzayan kabızlık idrar yolu enfeksiyonlarına zemin hazırlamaktadır.
• Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarında böbrek ve idrar yolları ile ilgili patolojiler de araştırılmalıdır.


Gece ve gündüz saatlerinde altını ıslatıyorsa dikkat

İdrar yolu enfeksiyon belirtileri çocuğun yaşına göre değişkenlik göstermektedir. Yenidoğan döneminde aktivite azlığı, emmede azalma, uzamış sarılık, kilo alamama gibi bulgularla kendini gösterirken; daha büyük çocuklarda ateş, karın ağrısı, kusma, iştahsızlık, sık idrar yapma, idrar yaparken yanma görülebilmektedir. Daha önce işeme sorunu olmayan çocukta gündüz veya gece altını ıslatma yine idrar yolu enfeksiyonunu akla getirmelidir. Çocuklarda İYE belirti vermeden de seyredebileceğinden tüm sağlıklı çocuklara ilk kez 6-9 ay arasında ve daha sonra yılda bir kez idrar tahlili yapılmalıdır.


Tedavide antibiyotik önemlidir

Fizik muayene ve aileden alınacak öyküden sonra kesin tanı için idrar örneği alınarak idrar tahlili ve idrar kültürü yapılmalıdır. İdrar örneği steril koşullarda alınmalıdır. Küçük çocuklarda torba ile idrar alınmaktadır. Ancak kuşkulu durumlarda sonda ile veya iğne ile direkt mesaneden idrar alma (suprapubik aspirasyon) gibi yöntemler de kullanılmaktadır. Gerekli durumlarda üriner sistemi değerlendirmek, patolojileri ortaya koyabilmek için ultrason ve ilaçlı böbrek filmi de çekilebilmektedir. İYE tedavisinde antibiyotikler kullanılmaktadır. Yenidoğan dönemindeki idrar yolu enfeksiyonlarında veya böbreklerde de enfeksiyon ve yüksek ateş varsa (piyelonefrit) her yaş grubunda, hastaneye yatırılarak antibiyotik tedavisi verilmektedir. Genel durumu iyi, kusması olmayan 1 yaş üstü çocuklarda ağızdan antibiyotik verilmektedir. Tedavi süresi 7-14 gündür. 

7/12/2011

ehec bakterisi hakkında bilinmesi gerekenler ve korunma önlemleri

    7/12/2011 10:56:00 ÖS   Yorum yok

Turizm sezonu açıldı, ülkemize daha çok sayıda turist gelecek, ülkemizden daha çok sayıda insan yurt dışına gidecek. Hal böyle olunca akıllara şu soru geliyor: Kısa süre önce Almanya’da ortaya çıkan ve bir anda Avrupa’nın gündemine oturan EHEC bakterisinin yayılma ihtimalini güçlendiriyor mu? 


Acıbadem Kayseri Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof Dr. Bülent Sümerkan, EHEC bakterisinin ne olduğunu, nasıl ve nereden bulaştığını, vücutta yaptığı tahribatı anlattı.


EHEC neyin kısaltılması? EHEC bakteri mi, yoksa virüs mü?


Entero-Hemorajik Escherichia Coli isimli bakterinin kısaltılmış ismi. EHEC, bir bakteri olmasına rağmen medyada çoğu kez yanlış bir kullanımla "virüs" olarak tanıtılıyor. Bu bakteri genelde, çeşitli tip ishallere neden olabilen bir grubun üyesi. Örneğin; çok daha hafif seyredebilen ve Turist İshali (diyaresi) olarak bilinen hastalığa da farklı bir Escherichia coli tipi neden oluyor.

korunma önlemleri
EHEC’in, kuşlar ve memelilerin bağırsaklarında, onlara zarar vermeden bulunan Escherichia coli bakterilerinden farkı ne?

Bu bakterilerin en önemli özelliği, diğer Escherichia coli bakterilerinden farklı olarak, güçlü bir toksin meydana getirmeleri. Bakteriler vücuda girip bağırsakta çoğalmaya başladığında, toksin üreterek hem bağırsakta kanlı ishale neden oluyor hem de bağırsak sisteminden dolaşıma geçerek organlara zarar veriyor.



Bahsettiğiniz toksinler, bağırsak dışında hangi organlara zarar veriyor?


Sitotoksin adını verilen bu toksinler, kan dolaşımına geçtikten sonra damar duvarını oluşturan endotel hücrelerine, böbreklerde bulunan bazı hücrelere, alyuvarlara bağlanıyorlar ve bu hücrelerde hasar meydana getiriyorlar. Bunun sonucunda pıhtılaşmaya neden olan bazı faktörler salınıyor, trombosit adı verilen pıhtılaşma pulcukları kümeleşiyor. Ardından başta böbrekler olmak üzere organlardaki kılcal damarlar tıkanıyor ve bu organların görevlerinde bozukluk meydana geliyor. Ayrıca alyuvarların tahrip olması sonucu anemi (kansızlık) oluşuyor.


Bakteri vücuda girdikten ne kadar zaman sonra etkileri görülmeye başlıyor? EHEC, herkeste aynı ağır tablonun yaşanmasına neden oluyor mu?
Özellikle 10 yaşın altındaki çocuklarda ve erişkinlerin yaklaşık yüzde 10’unda toksinlerin oluşturduğu organ bozukluğu nedeni ile ağır bir tablo olarak karşımıza çıkıyor. İshal belirtileri için kuluçka dönemi genellikle 3-4 gün. Bu dönem 1-2 gün kadar kısa olabileceği gibi 5-8 güne kadar da uzayabiliyor. Başlangıçta kanlı olmayan ishal, bir iki gün içerisinde kanlı olmaya ve karın ağrıları varsa artmaya başlıyor.


Toksinin neden olduğu ve organları etkileyen belirtiler ne zaman ortaya çıkıyor?

Genelde ilk belirtilerin ortaya çıkmasından bir hafta, on gün sonra ortaya çıkıyor.


Bu bakterilerin kaynağı nedir?

Bu bakterilerin ana kaynağı, sığır başta olmak üzere diğer çiftlik hayvanlarının kendi dışkıları ile kirlenmiş ve iyi ortamda tutulmadan az pişmiş etlerinin yenmesi. Bunun yanında, hastalığı belirtili ya da belirtisiz geçiren insanların, dışkıları ile kirlenmiş ortam ve iyi yıkanmamış elleri ile gıda hazırlamaları. Özellikle, hastalığı geçiren kişilerin bir kısmında, bakterilerin dışkılarında uzun süre bulunduğu görülüyor. Salgınların büyük bir kısmı, iyi pişirilmemiş sığır kaynaklı gıdalar (kıyma, tütsülenmiş et, süt) yoluyla oluşuyor. Hastalık insanlara; pişmemiş veya az pişmiş etler, özellikle hamburgerler, aracılığı ile bulaşıyor. Pastörize edilmemiş süt ve süt ürünleri, klorlanmamış içme suları, hatta doğal gübre ile yetişmiş çiğ tüketilecek sebzelerin iyi yıkanmadan veya bu tip gıdaların dışkı (kanalizasyon) ile kirlenmiş su ile yıkanmaları sonucu oluşuyor.



İshali önleyici, bağırsak hareketlerini azaltıcı ilaçlar bu vakalarda kullanılabilir mi?

Bağırsak hareketlerini azaltan ilaçların kullanılması kesinlikle doğru değil. Bu tip ilaçların kullanılması, bağırsakların EHEC’den temizlenmesini geciktirip toksin emilimini devam ettirerek organlara zarar verme riskini artırıyor.


İnsandan insana bulaşır mı? Korunmak için neler yapılmalı?

Bakterilerin düşük enfektif dozu nedeniyle (10 ila 100 bakteri enfeksiyon oluşturabilir) insandan insana da bulaşabiliyor. Özellikle çocuk yuvalarında veya yaşlı bakımevlerinde bakterinin bulaşması sıklıkla yaşanıyor. EHEC enfeksiyonları, genel hijyen önlemlerinin alınmasıyla önlenebiliyor. Enfekte olması muhtemel hayvanlarla temastan sonra ellerin yıkanması, gıdaların hazırlanmasında hijyen kurallarına uyulması çok önemli. Pastörize edilmemiş sütler mutlaka kaynatıldıktan sonra içilmeli. Özellikle hamburgerlerin et kısımları iyi pişirilmeli. Sebzeler uygun şekilde yıkanmalı. Hastalar ve nekahet döneminde olanlar (bakteri enfeksiyon düzeldikten sonra 8 hafta kadar dışkıda bulunabiliyor) gıda işlerinde ve özellikle risk altında bulunan çocuk yuvası, yaşlı bakımevi gibi yerlerde çalıştırılmamalı. Bakterinin dışkı ile bulaşabileceği sularda yüzülmemeli.


Salgın başta Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde görüldüğüne göre, bu ülkelere seyahat eden yurttaşlarımız özellikle nelere dikkate etmeli?

Daha önce de belirttiğim gibi genel hijyen önlemlerine uyulması çok önemli. Kapalı su tüketilmeli, eller sıkça yıkanmalı. Çiğ tüketilecek sebzelerin, çok iyi ve güvenilir sular ile yıkanmasına özen gösterilmeli. Dışarıda, çiğ sebze içeren salata gibi yiyecekler, bu aralar tüketilmemeli. Etlerin, özellikle hamburger içindeki etlerin iyi pişirildiğinden emin olunmalı.

Ek olarak ishal geliştiğinde mutlaka bir sağlık kuruluşuna başvurulması da önemli.

7/07/2011

tedavisi olmayan iltihabi bağırsak hastalığına filtrelemeli çözüm ile tedavi olunabilecek

    7/07/2011 09:20:00 ÖS   Yorum yok

Karın ağrısı, ishal, kanama ve dışkılamada ağır sorunlarla kendini gösteren, ileri aşamada ilaçla tedavisi mümkün olmayan, "İltihabi Bağırsak Hastalığı"na karşı, Türkiye'de ilk kez yapılan "filtreleme" yöntemiyle başarı sağlandı.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde hastalığa yol açan hücreleri kandan temizleyen "aferez" yöntemiyle 1 yıldır yoğun bakımda yatan ve ilaç tedavilerine yanıt vermeyen hasta, tekrar gündelik hayatına döndü.
filtrelemeli çözüm
Hastanın tedavisini yürüten Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Törüner, "kolit" olarak bilinen "İltihabi Bağırsak Hastalığı"nın, "ülseratif kolit" ve "Crohn hastalığı" adı altında iki alt türü bulunduğunu söyledi.

Mevcut Yöntemlerle Tedavisi Mümkün Değil
Bu hastalığın mevcut yöntemlerle tedavisinin mümkün olmadığını, zaman zaman uykuya geçen hastalığın, bazen de alevlendiğini ifade eden Törüner, şu bilgileri aktardı:

"Bazı hastalarda uyku durumu şans eseri uzun sürüyor. Tedavide ilk aşamada yan etkisi az ve daha uzun süre kullanılabilen ilaçlar kullanılıyor. Hastalığın ilerlemesi halinde ise yan etkisi daha fazla ilaçlara başvuruluyor. Hastalığın mekanizması çok iyi bilinmemekle birlikte, vücut, bağırsakları düşman olarak görüyor ve bu durumda bağırsaklarda iltihabi durum gelişiyor. Bu nedenle ileri safhada bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar kullanılması gerekiyor. Bu ilaçların uzun süre kullanılması halinde de ağır yan etkiler ortaya çıkabiliyor. Bu yan etkiler, ağır enfeksiyonlar şeklinde görülebiliyor."

Daha çok 30-40 yaşlarında, hem kadın hem de erkeklerde ortaya çıkan hastalığın görülmesinde genetik yatkınlığın etkili olduğunu ifade eden Törüner, "Bazı kişilerde hastalık 70 yaşında bile görülebiliyor" dedi.

Ülseratif kolitin kanlı ishal, Crohn'un ise ishal ve karın ağrısıyla belirti verdiğini, bazı hastalarda ağız, cinsel organ, deri gibi yerlerden dışkı gelebildiğini kaydeden Törüner, hastalığa karşı özel bir ilaç olmadığı için yüzde 100 tedavi imkanı bulunmadığını, ileri vakalarda, başlarda yüzde 80'ler civarında başarı sağlanan kortizon tedavisinde bile başarının daha sonraları düştüğünü vurguladı.

Hücreleri Kandan Temizleyen "Aferez" Yöntemi

Hastalarda ağır psikolojik sorunlara yol açan iltihabi bağırsak hastalığına karşı deneysel tedavi yöntemlerine başvurulduğunu ifade eden Törüner, hastalığa yol açan hücreleri kandan temizleyen "aferez" yönteminin de bu deneysel tedavilerden biri olduğunu bildirdi.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde aferez yapılan 20 yaşlarındaki Crohn hastasının, 1 yıldır yoğun bakımda tutulmasına rağmen hiçbir tedaviye yanıt vermediğini anlatan Prof. Dr. Murat Törüner, söz konusu uygulamayla ilgili şu bilgileri aktardı:

"Hastaya uyguladığımız aferez yöntemi ile bağırsakları düşman olarak gördüğü için hastanın kanında aşırı ve anlaşılamayan bir tepkiye yol açan hücreleri dolaşım sisteminden filtreleme yaparak temizledik. Bu hücreler temizlendiği için de hastadaki iltihabi bağırsak hastalığı belirtileri ortadan kalkmış oldu. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Türkiye'nin en ileri tedavi merkezlerinden birisi. Terapötik Aferez Merkezi ise ameliyathane şartlarına sahip ülkenin en ileri merkezlerinden birisi. Aferez yönteminin başarılı olması için hem gastroenteroloji, hem de aferez konusunda gelişmiş şartlara sahip merkezlerde yapılması büyük önem taşıyor."

Törüner, tedavisi tamamlanan Crohn hastasının bağırsaklarında açılan fistüllerin tamamen kapandığını, hastalık belirtilerinin ortadan kalkmasıyla hastanın tekrar gündelik yaşamına döndüğünü ve bağışıklık sistemini baskılayan ilaçların en aza indirildiğini belirterek, "Ancak bu, hastanın tamamen sağlığına kavuştuğu anlamına gelmiyor. Takibinin sürmesi gerekiyor. Aferez işleminin belirli bir süre sonra tekrarlanması gerekebilir" dedi.

"Yöntemin Yan Etkisi Yok"

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Terapötik Aferez Merkezi Sorumlusu Prof. Dr. Osman İlhan da aferez yönteminin hiçbir yan etkisi bulunmadığını bildirdi. Bu yöntemin her hastada uygulanmasının mümkün olmadığını, gastroenteroloji uzmanlarından oluşan bir heyetin raporuyla Sağlık Bakanlığı'nın Aferez Komisyonu'nun onay verdiği hastalara uygulanabileceğini ifade eden İlhan, şunları anlattı:

"Yöntemle bağırsaklarda iltihap yapan savunma hücreleri toplanıyor. Aferez tekniğiyle hastadan toplanan kan filtreden geçiriliyor, hastalık yapan lökositler ayrılıyor ve bu hücrelerden temizlenen kan hastaya tekrar veriliyor. İşlem haftada bir kez olmak üzere 5 hafta üst üste yapılıyor."

Aferez yöntemine hangi hastalarda başvurulabileceğini ilişkin bir metin hazırlanmasının söz konusu olduğunu belirten İlhan, bu konunun Sağlık Bakanlığı'nın Aferez Komisyonu'nda da ele alınacağını söyledi.

"İltihabi Bağırsak Hastalığı"nın mezankimal kök hücre nakliyle tamamen ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmaların da devam ettiğini bildiren İlhan, bu tedaviyle hastalığa karşı yüzde 100 başarı elde edilmesinin mümkün olabileceğini söyledi.

Mezankimal kök hücre nakliyle hastanın kemik iliğindeki, hastalığa yol açan hücrelerin tamamen yok edilerek dolaşıma verilmesinin önüne geçilmesinin hedeflendiğini anlatan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan, şunları söyledi:

"Mezankimal kök hücre nakli ile ilgili dünyada da bazı araştırmalar yürütülüyor. Bu araştırmalardan biri, 3. kişiden alınan kök hücrenin hastalara nakledilmesi nedeniyle başarılı olamadı. Oysa hastanın kendisinden ya da doku uyumu olan yakınından alınan kök hücre nakledilmeli. Yakın bir gelecekte bu tedavi yöntemiyle iltihabi bağırsak hastalığının tamamen ortadan kaldırılması söz konusu olabilir."

İltihabi Bağırsak Hastalığı Nedir?
Sindirim kanalında görülen, sıklıkla kronik seyirli (uzun süreli) iltihap olan iltihabi bağırsak hastalığı, bağırsak duvarında ülser, şişme, yaralanma, kanama ve zedelenme ile seyreder.

Ana hatları ile iltihabi bağırsak hastalığının, ''ülseratif kolit'' ve ''Crohn hastalığı'' olmak üzere iki farklı tipi bulunur. Buna ek olarak iltihabi bağırsak hastalığının tam olarak ülseratif kolit veya crohn hastalığına benzemeyen, arada kalan tipi, yani tam belirlenemeyen şekli de vardır.

Kalın bağırsağın en önemli görevi, bağırsak içindeki suyun kana geri emilimidir. Ülseratif kolit hastalığında suyun geri emilmesini sağlayan tabakada inflamasyon (iltihap) olması nedeni ile bu işlev gerçekleşemez. Böylece hastalığın en önemli bulgusu ishal gelişir. Bu mukozal örtü tabakasındaki inflamasyon (iltihap), doku zedelenmesine, dolayısıyla ülserlere ve kanamaya neden olur.

İshal, bağırsak hareketlerinde artışa ve karın ağrısına neden olur. Böylece hastalarda kanlı dışkılama, rektal kanama (makattan kan gelmesi), dışkılama sırasında ağrı, acil dışkılama ihtiyacı, devam eden ishal, karın ağrısı (çoğu zaman kramplar tarzında), kilo kaybı ve ateş gibi belirtiler meydana gelir.

Hastalık, zaman zaman alevlenmeler ve sakin dönemler gösterir. Ömür boyu devam eden bir hastalık olmakla birlikte tedavi ile normal aktif yaşam mümkündür.

Ülseratif kolit sıklıkla crohn hastalığı ile karışır. Ülseratif kolit hastalığında, sadece kalın bağırsağın (kolon ve rektum) içini örten yüzeyel tabaka (mukoza ve submukoza) hasta iken, Crohn hastalığında ise, ağızdan anüse (makata) kadar sindirim kanalının herhangi bir yerinde bu olabilir. Ülseratif kolitin aksine Crohn hastalığında, hastalığın görüldüğü bağırsak kısmında, bağırsak duvarının sadece yüzeyel tabakası değil, tüm tabakaları hastadır.

6/23/2011

silikon dolgularla bağ dokusu hastalığı meme kanseri ve üreme sorunları arasında ilişki yok

    6/23/2011 07:25:00 ÖS   Yorum yok

ABD Gıda ve İlaç Dairesi, yayımladığı yeni raporunda meme büyütme ameliyatının tehlikelerinin ve yararlarının yeterince anlaşıldığını ve ameliyatı yaptıran kişilerin tüm olasılıklar hakkında bilgilendirilmiş olarak karar verdiklerini belirtti.

bağ dokusu hastalığı
Bununla birlikte, silikonla meme büyütme ameliyatı yaptıran her beş kişiden birinin ve meme rekonstrüksiyonu yaptıranların yarısının, 10 yıl içinde bu dolgu maddesinin çıkarılması için yeniden ameliyat olduğu belirlendi.
ABD, uzun süre bu alanın dışında kaldıktan sonra, 2006 yılında 22 yaşından büyük kadınlar için meme büyütme ameliyatlarını onaylamıştı. Bunun için Allergan'ın Natrelle ve Johnson and Johnson'a bağlı Mentor'un MemoryGel dolgu maddelerinin kullanılmasına onay verilmişti.

Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'nin dün yayımladığı, silikonla meme büyütme ameliyatlarına ilişkin 63 sayfalık rapor, bu dolgu maddesini üretme izni olan iki şirketin yaptırdığı araştırmalara dayanıyor.

Daire, dünya çapında 5 ile 10 milyon arasında kadının meme büyütme ameliyatı yaptırdığını kaydediyor.

Silikon yine piyasada


Silikon dolguların yırtılması ve sızıntı yapması nedeniyle doğan kaygılar ardından 1992 yılından sonra ABD'de silikon dolgular piyasadan çekilmişti.

Bu tarihten sonra, sadece maden tuzu içeren dolgu maddelerinin kullanılmasına izin veriliyor; sadece mastektomi hastalarıyla diğer bazı tıbbi gerekçelerle sınırılı sayıda silikon dolgusu dağıtımı onaylanıyordu.

Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi, yapılan araştırmalarda silikon dolgularla, bağ dokusu hastalığı, meme kanseri ve üreme sorunları arasında hiçbir ilişki bulunmadığını kaydetti.

Ancak anaplastik büyük hücreli lenfoma riskinin "çok ufak miktarda" arttığı saptandı.

Silikonla yapılan meme büyütme ameliyatları ardından en sık rastlanan sorunlar, dolgu maddesinin patlaması, buruşma, asimetri sorunu, yaralar, ağrılar ve enfeksiyonlar.

Raporda meme büyütme ameliyatları ardından çıkan sorunların zamanla ortaya çıktığına da işaret edildi.

Gıda ve İlaç Dairesi, bu konuda bir uyarıda da bulunarak, "Meme dolguları, bir ömür boyu işlevlerini koruyacak maddeler değil. Ne kadar uzun süreyle dolgu maddesi taşıyorsanız, bunu çıkarma durumunda kalmanız olasılığı da artmakta." dedi.

Daire, bütün bunlara rağmen, meme büyütme ameliyatı yaptıran kadınların çoğunun "vücutlarının yeni görünümüyle, memelerinin yeni boyutları ve şeklinden memnun olduklarını" belirtti.
bbc türkçe

6/12/2011

enfeksiyon tespit edebilen akıllı ped bir türk firması tarafından üretildi

    6/12/2011 02:26:00 ÖS   Yorum yok
akıllı ped üretildi

Firmanın Genel Müdürü Özlem Erkorol, yaptığı açıklamada, içinde hiç bir kimyasal madde olmayan yıkanabilir bebek bezinden sonra markalarını geliştirebilmek ve ürün kalitesini artırmak için bir kumaş geliştirdiklerini, yıkanabilir kadın pedi ve hasta bezi yaptıklarını belirtti.


Hasta bezlerinin şu anda kullanım testlerini yaptıklarını, SGK'nın onayladığını, Sağlık Bakanlığı'ndan son onayı beklediklerini ifade eden Erkorol, “Onay çıkarsa bu hasta bezleri reçeteye girecek. Hastalar bunu eczaneden alabilecek, biz de seri üretime geçeceğiz” dedi.

Hasta bezi ile birlikte ürünü tıbbi açıdan nasıl efektif hale getirebileceklerinin araştırmasını yaptıklarını söyleyen Erkorol, “Bunun araştırmasını yaparken, yurtdışı bağlantılarla biosensörleri buldum. Biosensörler bir takım verileri tanımlayabiliyor, idrardan, kandan tahlil yapabiliyor. Benzer çalışmalar dünyada var ama bunlar kullanıldıktan sonra bir daha geri dönüşümü olan şeyler değil. Biz ise bunun yıkanabilir ve tekrar kullanılabilir olanını geliştirdik. Bu geliştirdiğimiz ürünler yıkanabiliyor ve tekrar kullanılabiliyor” dedi.

Projenin, Avrupa Birliği 7. Çerçeve Programına uygun olduğunun tespit edildiğini ve maddi destek alabileceğinin belirtildiğini ifade eden Erkorol, bunun için rapor hazırladıklarını, kumaşın bebek bezinde, kadın ve hasta pedinde uygulanabildiğini anlattı.

Aynı zamanda antibakteriyel olan kumaş için Türk Patent Enstitüsü'nden patent de aldıklarını belirten Erkorol, şöyle devam etti: “Adını akıllı ped anlamına gelen 'Smart Ped' koyduk. İrlanda'dan bir KOBİ ile çalışma başlattık. Proje, AB 7. Çerçeve Programında teknik aşamayı 5 üzerinden 4,1 not alarak büyük bir başarıyla geçti. İkinci aşama olan AB'ye katkısı üzerinden de yüksek not aldı. Projenin yönetimi ile ilgili yaşadığımız tek sorun, AB tarafında benim proje koordinatörü olarak Türk olmamdan kaynaklanan hassasiyet var, paranın yüzde 50'sinin Türkiye'ye gelmesiyle ilgili... 3,5 milyon avroluk bir projede, belli kriterler getirildi. Proje yönetimi ile ilgili Avrupa'dan, İrlanda'nın dışında ikinci bir KOBİ daha bulmam gerektiği söylendi. Paranın dağılımını yüzde 50-50 değil de yüzde 50'den daha azının Türkiye'ye gelmesini istiyorlar.”

HASTASIN DOKTORA GİT


Kumaşın Ar-Ge çalışmalarını tamamladıktan sonra, biosensörlerin bozulmadan defalarca kullanılabilme kabiliyetini uygulamış olacaklarını söyleyen Erkorol, “Türkiye'den bana bu anlamda destek olacak, bu işe yatırım yapacak, bu işe gönül veren yatırımcı da varsa arıyorum” diye konuştu.

Özlem Erkorol, veri sağlayan mikroçipler olan biosensörlere yüklenecek veriler sayesinde enfeksiyonların tespit edilebileceğini, enfeksiyon varsa kumaşın renginin değişeceğini, bu pedlerle doğum kontrolü (hamilelik testi) yapılabilmesinin üzerinde de çalıştıklarını belirtti.

Erkorol, “Bebek bezlerinde enfeksiyon, kadın pedlerinde hem enfeksiyon hem de adet dönemlerinde kandaki verilerle rahim hastalıkları varsa bunların rahatsızlıklarıyla ilgili, hasta pedlerindeki kullanımında ise hastanın idrarındaki bir takım enfeksiyonlarla ilgili verileri gösterecek. Kumaştaki renk değişimi ile sana diyecek ki 'senin kanında, idrarında enfeksiyon var sen doktora git'... İlla kan tahlili yaptırmana gerek kalmayacak. Şu anda biosensörlerin yıkanabilir özelliğinin artırılması aşamasındayız” dedi.
hürriyet

6/08/2011

ehec bakterisinden en iyi korunma yöntemi hijyen olmasına rağmen gözardı ediliyor

    6/08/2011 07:23:00 ÖS   Yorum yok
en iyi korunma

EHEC'e bağlı enfeksiyon nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 25'e yükselirken, enfeksiyon bulaşmış yaklaşık bin 900 hasta bulunuyor. Bakterinin kaynağı ise hâlâ belirsiz... 


Çinli uzmanlar, enfeksiyonun tetikleyicisini ortaya çıkaracak yeni bir tanı testi geliştirdi. Testin bir iki saat içinde, enfeksiyonu teşhis ettiği açıklandı.

Almanya'da uzmanlar ve siyasiler de olası EHEC salgınını önlemek için harekete geçti. Federal ve eyalet tarım bakanları lokantacılık sektörü ve gıda üreticilerine hijyen karnesi verilmesi konusunda uzlaştı.

Hijyen konusunda noksanlar var


Yağ kalıntıları üzerinde dolaşan hamamböcekleri, dışkı ve idrar izleri ile dolu tuvaletler, yeterli şekilde sterilize edilmemiş kan lekeli cerrahi araçlar, kirlenmiş bilgisayar klavyeleri, günlerce değiştirilmeyen iç çamaşırları ve yıkanmayan eller…Tüm bunlara eklenebilecek yığınla örnek bulunuyor. Hijyen uzmanları, bir sanayi ülkesi Almanya’da hemen her alanda hijyen konusunda büyük noksanlar olduğu görüşünde.
FederalTüketiciyi Koruma ve Gıda Güvenliği Dairesi geçtiğimiz bir yılda gıda ürünleri üzerine çalışan 545 bin işletmede yaklaşık bir milyon teftiş gerçekleştirdi. Teftişlerin sonucunda, işletmelerin dörtte birinde çok önemli eksiklikler tespit edildi.
Berlin’deki Vivantes Klinikleri Hijyen ve Çevre Sağlığı Enstitüsü’nden Klaus Dieter Zastrow, sorumluların gıda ürünleri ya da yemekler değil, onları hazırlayanlar olduğuna dikkat çekiyor. Zastrow “Bunlar, eğitimi yetersiz ya da düşük ücretle çalıştırılan personelin bulunduğu yerlerde, yemeklerin hazırlanışı sırasında ve beslenme zinciri içerisinde oluşan hijyen noksanları” açıklamasını yapıyor.

“Bu şekilde mümkün değil”

Zastrow, lokantacılık sektöründeki damping rekabetinin, hijyen konusunda gerekli özeni teşvik etmediğini belirtiyor ve büyük bir lokantanın mutfağını örnek gösteriyor ve “Şimdi öğle yemeği için salataları yıkamaları gerekiyor diyelim. Ama mutfakta, 900 kişi için salata yıkayacak iki kişi bulunuyor. Bu şekilde mümkün değil” şeklinde konuşuyor.
Federal ve eyaletler düzleminde tüketiciyi koruma bakanları, restoran ve gıda ürünleri üreticilerine bir hijyen karnesi hazırlanması konusunda uzlaştı. Hijyen karnesi renk skalasında yeşil, "herşeyin yolunda olduğunu", kırmızı ise "önemli hijyen noksanlıklarının bulunduğunu" gösterecek. İşletmelerin girişine asılacak hijyen karnesi, tüketicileri mutfak temizliği konusunda bilgilendirmiş olacak. Aynı zamanda, Almanya genelinde yürürlüğe girecek bir hijyen yasası üzerinde çalışılıyor.
Almanya'da hijyen sorunu, özellikle de temizliğin son derece önemli olduğu hastaneler için de geçerli. Yaklaşık bir yıl önce, Münih kentindeki iki devlet hastanesinde, cerrahi araç gereçler temizlenmediği ve yetersiz sterilize edildiği için, ameliyathaneler kapatılmıştı. Almanya’da klinikler son 20 yıldır, antibiyotiğe karşı direnç kazanmış bakterilerle mücadele ediyor. Ülke genelinde, enfeksiyon bulaşmış hastaların sayısının 500 binden 900 bine çıktığı tahmin ediliyor. Hijyen uzmanı Zastrow ve Robert Koch Enstitüsü hastane hijyeni ve enfeksiyon önleme komisyonu, enfeksiyon nedeni ile hayatını kaybeden hastaların sayısının 15 bin ile 30 bin arasında olduğunu doğruluyor.
İlk iş elleri yıkamak
En kolay önlemin ise sadece elleri yıkamak olduğunu vurgulayan Klaus Dieter Zastrow “Bakteriler, kirin içinde yerleşik durumda, her zaman kirli yerlerde ya da kurumuş kirli suda görülüyorlar. Bu nedenle de en önemli şey yıkamak” uyarısını yapıyor.
Alman hastanelerinden bakteri bulaşması korkusu o kadar yaygın ki,  Almanya'da ameliyat olan hastalar Hollanda'da tedaviye devam etmeden önce birkaç gün karantina servislerine yatırılıyor.
Ancak hijyendeki eksiklikler konusunda Almanlar Avrupa'nın en kötüleri arasında sayılmaz. İngiliz bağışıklık sistemi uzmanları ve mikrobiyologların, 10 farklı ülkeden binlerce kişi üzerinde yaptıkları hijyen anketinde, Almanya'nın da hijyen standartları konusunda diğer birçok sanayi ülkesi ile benzer standartta olduğu görülüyor.
Bir hafta aynı iç çamaşırı Almanya'da, ellerini günde bir kezden fazla yıkayan yetişkinlerin oranı yüzde 40'ı bile bulmuyor. Eller yıkandığında ise sabun kullanılmadığı oluyor ve eli birkaç saniye suyun altında tutmak, bakterilerin ölmesine yetmiyor.Vahim sonuçları olan bu kayıtsızlık birçok Alman için çocuk yaşlarda başlıyor. Düzenli olarak el yıkamaya üşeniliyor, çocukların yarısı bile yemeklerden önce ellerini yıkamıyor. Bu kayıtsızlık bir çok alanda da kendini gösteriyor. Diş fırçaları neredeyse bir yıl boyunca kullanılıyor, havlular ve yatak örtüleri ancak uzun aralıklarla değiştiriliyor. Erkeklerin yüzde 62'sinin bir hafta boyunca aynı iç çamaşırını kullanması ise iç çamaşırında hijyen konusunu çıkmaza sokuyor.
Hijyen uzmanı Zastrow, EHEC bakterisinin kaynağının sebze ya da sebze filizlerinde aranmasına devam edilmesi durumunda, konunun geçmişteki benzer arayışlarla aynı şekilde sonuçlanacağına dikkat çekiyor. Zastrow “Çok nadir durumlarda kaynak bulunabildi. Neden? Çünkü dikkatlice bakılmadı. En basit ve normal olan yerler akla gelmiyor” diyor.


© Deutsche Welle Türkçe
Wolfgang Dick / Çeviri: Gezal Acer
Editör: Beklan Kulaksızoğlu
© 2014 deva arayanlar . Designed by Bloggertheme9
Proudly Powered by Blogger .