-->
ishal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ishal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4/19/2013

İshalin çaresi olarak Türk işi pirinç lapası Alman uzmanlardan onay aldı

    4/19/2013 11:49:00 ÖS   Yorum yok
Her evde bulunan malzemelerle hazırlanabilecek, ucuz hem de etkili bir ishal ilacı... Bir çay fincanı pirinç, iki çay fincanı su ve yarım tatlı kaşığı tuzun haşlanmasıyla hazırlanan pirinç lapası ishale karşı annelerin en etkili mücadele yöntemlerinden biri. Türkiye'de hemen herkesin bildiği bu yöntem, Alman uzmanların da onayını aldı. 
 Berlin Charite Hastanesi Doğal Tedavi Merkezi uzmanlarından Dr. Miriam Ortiz pirinç lapasının ishale karşı başarısı onaylanmış bir tedavi yöntemi olduğunu vurguladı. Ortiz, eczane dergisi "Bebek ve Aile"de yayımlanan makalede "Pirinç haşlandığında ortaya çıkan yapışkan sıvı vücutta suyun tutulmasına yardımcı oluyor. Tuz ise ishal nedeniyle kaybedilen elektroliti vücuda geri kazandırıyor" açıklamasını yaptı. İshalle gelen en büyük tehdit, kontrol altına alınmadığında özellikle bebeklerde hayati tehlikeye neden olabilen su ve elektrolit kaybı. Eczanelerde satılan elektrolit çözeltilerini evdeki malzemelerle de kolayca hazırlamak mümkün. Uzmanlar bunun için bir litre kaynatılmış suya çay kaşığının dörtte biri oranında tuz ve yine dörtte bir oranında kabartma tozu, ardından da iki yemek kaşığı şeker ya da bal ve yarım bardak portakal suyu eklenmesini tavsiye ediyor. Elektrolit hazırlamaya zamanınız yoksa, iki adet orta boy muzu ezerek yemek de ishale karşı oldukça etkili. Deutsche Welle Türkçe

12/25/2011

boğaz ağrısını ve bademcik iltihabını azaltmak için kullanılan asya gün çiçeği

    12/25/2011 01:58:00 ÖS   Yorum yok

Gövde sürünen, dağınık yapıda çok sayıda daldan oluşur, 1 m’den daha uzuncadır. Yaprak kılıfı tüysüz; yaprak ayası mızraksı veya mızraksı-yumurta biçiminde 3-9 x 1.5-2 cm, tüysüzdür. 



asya gün çiçeği

Involukral brahtelerde yapraklar karşılıklı dizilmiştir ve 1.5-4 cm uzunluğunda saplı, kalp şeklinde, kıvrılmış, çoğunlukla tüylü-kirpikli, ucu sivridir.
Proksimal dallarda çiçek sapı 8 mm kadar ve 1 veya 2 erkek çiçek, distal dallarda çiçek sapı kısa 3 veya 4 bir cinsli çiçek bulundurur. Korolla 3 petallidir. Üsteki 2 taç yaprak mavi renkli 15 mm uzunluğunda, altaki taç yapraklar beyaz, küçük 5 mm'dir. Verimli stamenlerin sayısı 3'tür. Yalancı anterler sarı ile kahverengimsi renkte ortada yer alır.

Kapsül elipsoid 5-7 mm, 2 kapakçıklıdır. Tohumlar ikişer kapakçıklı, kahverengi-sarı, yarı elipsoid 2-3 mm, 1 yüzeyi yassı, düzensiz çukurlaşmış (oyuklu), son kısmı kesiklidir.

Asya gün çiçeği nemli alanları seven, yol kenarlarında görülen, çok hızlı büyüyen ve çok çabuk yayılan bir bitkidir. Temmuz-Eylül arasındaki dönemde çiçeklenir ve tohumlar, Ağustos-Ekim'de olgunlaşır. Çiçekler erdişidir.

Linnaeus, Commelina communis'e, 18'inci yüzyılda Fransa'da yaşayan adları Commelin olan üç erkek kardeşin ismini vermiştir. Üçüde, botanikçiydi, ama sadece onlardan ikisi tanınmıştı. Büyük, parlak mavi taç yapraklar, ünlü olan erkek kardeşleri temsil ederken, küçük beyaz taç yaprak, bilimsel olarak önemsiz erkek kardeşi simgeler.

Yapraklar, çiçekler ve genç sürgünler çiğ veya pişirilerek yenir. Salatalarda kullanılır veya yeşillik olarak pişirilir.


Yapraklar, depurativ, diüretik ve ateş düşürücü ilaç yapımında kullanılır. Boğaz ağrısı ve bademcik iltihabını hafifletmek için gargara ayrıca kurutulan bitkinin kaynatılan suyu kanamalarda, ishal ve ateş düşürücü olarak kullanılır. Bitki parçalarının antibakteriyal etkisi vardır.

Anavatanı Kuzey Amerika ve Doğu Asya'dır, Türkiye'de yalnızca Artvin, Trabzon ve Rize civarında doğal olarak bulunur. 

efsanelere konu olan sağlığa müthiş etkisi olan halen araştırılan acai meyvesi hakkında

    12/25/2011 01:18:00 ÖS   Yorum yok

Euterpe familyasından bir tür palmiye ağacı olup meyvesi ve kaliteli palmiye göbekleri için yetiştirilir. 



acai meyvesi hakkında

Adını Tupi dilindeki ïwasa'i ('ağlayan ya da su saçan meyve’) kelimesinin Avrupa’ya uyarlanmasından alır. 1 cm.den (25 mm) uzun değildir ve mor-kırmızı bir rengi vardır.

Güney Amerika Yağmur ormanlarında yetişmekte olan Acai meyvesi aslında, bir çeşit böğürtlendir. Bilim adamları sürdürülen çalışmalar doğrultusunda bu eşsiz meyveyle ilgili sürekli daha fazla şey öğrenmektedirler. Ama henüz keşfettikleri şey şudur ki: bu meyve sağlığa müthiş etkili.. Açaí Palmiyesi çok yaygındır ve Güney Amerika’nın kuzeyi boyunca sıkça bulunur. Açai Palmiyesinin doğal ortamı nehir kıyıları ve mevsimsel taşkın ovalarıdır ve bu palmiye genellikle Brezilya’nın nehir yatakları boyunca bulunur. Açaí Palmiyesi ayrıca Amazon Nehrinin geniş halicinde de kimyasallardan uzak, organik koşullarda yaygın olarak yetiştirilir ve üretilir.

Greenpeace Uluslararası web sitesinde Acai ile ilgili “Lezzetli, koyu, mor olması ile birlikte, Amazon nehri deltası açısından çok önemli gelir kaynağı ve en önemli orman ürünü” açıklaması yapmıştır.

Los Angeles The Times açıkladığı Acai raporlarında; Amazon yağmur ormanlarında zarar verilmeden yöre insanının biçerdöverleri için sürdülebilir geçim kaynağı olduğunu ve bozulan amazon orman alanlarını ağaçlandırmak için kullanıldığını belirtmiştir.

Brezilya bitkisel tıp biliminde, Açai meyvesinin yağı ishal tedavisinde kullanılır; cilt ülserlerinin lokal olarak temizlenmesinde meyve kabuğu rendesi infüzyonu kullanılır; ve meyve çekirdekleri dövülerek hazırlanan infüzyon da yüksek ateşte yararlıdır. Peru Amazon’unda, kavrularak dövülmüş çekirdeklerden yapılan infüzyon yüksek ateşe karşı kullanılır. Ağaçların Pasifik kıyısı boyunca yetiştiği Kolombiya’da bu meyveye naidí denir ve bundan yaygın ve popüler bir içecek yapılır.

Açai meyvesinin Amazonlardaki en yaygın kullanım şekli koyu mor renkli meyve suyudur. 


Küçük yuvarlak meyveden bu suyu elde etmek için çekirdekler suda bekletilerek ince dış kabuğun yumuşaması sağlanır ve bunlar daha sonra sıkılıp süzülerek çok lezzetli yoğun kıvamlı mor bir sıvı elde edilir. Açaí sıvısı taze ve buz gibi soğuk servis edilir, bazen şeker ve tapyoka unu kullanılır ya da kullanılmayabilir. Bu aynı zamanda dondurma, likör, mus ve genel olarak tatlı yapımında da kullanılan besleyici ve tazeleyici bir içecektir. Yöre halkının bu oldukça besleyici meyve suyundan günde 2 litreye kadar tükettiği belirlenmiştir. Açaí meyve suyu Güney Amerika’nın kuzeyindeki yerlilerin beslenmesinde çok önemli bir yer tutmakta ve tüm sosyo-ekonomik düzeylerde oldukça sevilmektedir. Açai artık günümüzde meşrubatlarda mevcut olup, bu akışı Türkiye ve Avrupa'da ilk olarak So WOW enerji içeceği başlatmıştır.

Brezilyalı halkın anlattığı efsaneye göre;


Eski zamanlarda bir Amazon kabilesi şefi bütün yeni doğan bebeklerin kurban edilmesini hüküm vermiş. Şefin bu kararı vermesinin altında yatan neden, çok kuru geçen bir sezondan sonra yaşanılan yiyecek kıtlığıymış. Eldeki yiyecek ile kabile insanları zar zor yaşıyorlarmış. Şef insanlarının yaşaması için bu zor kararı vermek zorunda kalmış. Ancak Şefin kızı da doğum yapmış ve aynı hüküm onu bebeği için de geçerli olmuş. Bebeği elinden alınıp, kurban edilmiş. Şefin kızı kaybettiği bebeği için yas tutarken, bir gece ağlayan bir bebek sesi duymuş ve sesin geldiği yere doğru gidip, ağlayan bebeği aramış. Ertesi sabah kabile insanları şefin kızını aramaya çıkmışlar. Kızın cansız bedenini, üzerinde bir sürü meyve olan bir palmiye ağacının yanında bulmuşlar. Meyveler o kadar çokmuş ki kıtlık sona ermiş ve şefin hükmü kalkmış, kabile bu ağaca şefin kızı IACA onuruna isim takmışlar. İşte ACAI adı şefin kızının adının tersinden okunmasından geliyor. IACA-ACAI

12/12/2011

tıpta mide bulandıran nakil dışkı nakli ile hayat kurtarılabiliyor

    12/12/2011 07:44:00 ÖS   Yorum yok

Bir insandan diğerine dışkı nakli ilk bakışta mide bulandırıcı olarak gelse de bazı durumlarda hayat kurtarabiliyor.

dışkı nakli ile hayat

Bazı doktorlar, belli hastalıklarda dengesi bozulan kalın bağırsakları tekrar yararlı bakterilerle doldurmak için bu yönteme başvuruyor.

İngiltere'de Clostridium Difficle Enfeksiyonu (CDI) vakalarında bu yöntemi kullanan tek doktor olduğunu belirten Alisdair MacConnachie, bunun kanıtlanmış bir tedavi şekli olduğunu söylüyor.

Dr. MacConnachie, bu yönteme son çare olarak başvurulması gerektiğine dikkat çekiyor.

Alisdair MacConnachie'ye göre işin mantığı çok basit. CDI, antibiyotiklerin kalın bağırsaktaki çok sayıda yararlı bakteriyi yok etmesiyle ortaya çıkan bir enfeksiyon. Bu enfeksiyon, hayatta kalan bakterilere patlayıp çoğalacak ve yüksek miktarda toksin üretecek alan sağlıyor. Bunun da ishale yol açtığı ve ölümcül olabileceği belirtiliyor.

İlk seçenek olarak hastalara daha fazla antibiyotik veriliyor. Ama bu yöntem her zaman etkili olmuyor ve enfeksiyon tekrar ortaya çıkıyor.30 gram


Bu yöntemde ise kalın bağırsaklara daha fazla bakteri eklenerek bunların Clostridium Difficile bakterileriyle savaşması ve enfeksiyonun kontrol altına alınması sağlanıyor.

Dr. MacConnachie, İskoçya'nın Glasgow kentindeki Gartnavel Hastanesi'nde 2003'ten bu yana 20 kez bu operasyonu gerçekleştirdiğini söylüyor. Bu hastalardan biri dışında tümü enfeksiyondan kurtulmuş.

Normal tedavi yöntemi sonuç vermezse, hastaya operasyondan bir gece öncesine kadar antibiyotik veriliyor. Hasta daha sonra mide asidini kontrol edecek ilaçlar alıyor.

Operasyon sabahı dışkı verecek kişi hastaneye gelip dışkı örneği veriyor.


Bu kişi genellikle hastanın yakını ve tercihen hastayla aynı evde yaşayıp aynı şeyleri yiyen ve bağırsaklarında benzer bakteriler bulunan kişiler oluyor.

30 gram dışkı tuzlu suyla blender'dan geçiriliyor. Kahve filtresinden geçirilen sıvı, bir boru aracılığıyla burundan mideye gönderiliyor. 

12/04/2011

karaciğer ve safra kesesinde biriken nikotin ve alkolü vücuttan atan sebze enginar hakkında

    12/04/2011 12:54:00 ÖS   Yorum yok

Enginar (Cynara scolymus), papatyagiller familyasından mavi-mor renkli çiçekler açan, 50-150 cm boyunda çok senelik otsu bir bitki. Güney Avrupa ve Akdeniz çevresinde yetişir.


enginar hakkında

Gövdeleri dik, kuvvetli, sert ve boyuna olukludur. Yaprakları sapsız, büyük, uzun-oval ve parçalıdır. Çiçekler üst yaprakların koltuğundan çıkan, uzun sapların ucunda büyük başçıklar halinde toplanmıştır. Çiçek tablası etlidir. Hepsi tüp şeklinde olan çiçekleri ve bunların aralarında bulunan tüyleri taşır.

Enginar cynarin içerdiği için karaciğer ve safra kesesinde biriken nikotin, alkol ve yağın vücuttan atılımını sağlar. Ayrıca vücuttaki amonyak ve kolestrolü azaltır.


Bol A ve B vitamini içerdiğinden atardamar kireçlenmesini önlemekte ve safra kesesi rahatsızlıklarını gidermektedir. Bunun dışında cinsel gücü artırıcı, ateş düşürücü, vücudu kuvvetlendirici ve iştah açıcıdır. Romatizma, ishal, sarılık hastalıklarına ve sinirlere iyi gelir.

Enginar genel olarak ülkemizde ve birçok ülkede vegetatif yolla üretilmektedir. Fransa, İtalya ve İspanya'da doğrudan tohumla üretilen çeşitler geliştirilmiştir. Enginarda vegatatif yolla üretim dip sürgünleri veya üzerinde gözlerin bulunduğu kök parçaları ile yapılabildiği gibi sadece gözlerin ana gövdeden çıkarılıp değişik ortamlarda köklendirilerek de yapılabilir. En yaygın üretim şekli sürgünlerle yapılan üretimdir.

Yeni kurulacak Enginar plantasyonlarında dikiminden önce toprak derin sürülmeli ve gübrelenmelidir. Derin sürümden sonra diskaro ve tırmık çekilerek toprak dikime hazır duruma getirilmelidir.

Dikim genellikle Akdeniz ve Ege bölgesinde Ekim–Kasım aylarında, Marmara bölgesinde ise Mart–Nisan aylarında yapılır. En uygun dikim masuralar üzerine sıra arası ve üzeri 1x1 m mesafe ile yapılır. Özellikler Bursa Doğan köy ve keramet köyünde meşhurdur.


9/07/2011

türkiye'de kayıtlı 4525 hıv aids vakası var hasta sayısı giderek artıyor

    9/07/2011 10:08:00 ÖS   Yorum yok

Uzmanlar, hastalığın halen tam olarak kontrol altına alınamadığını, HIV/AIDS ile yaşayanların haklarında ciddi sorunların bulunduğunu belirterek “HIV ve AIDS konusunda bilgisizlik, ayrımcılık ve damgalama en önemli sorunlar arasında geliyor” dedi.


hasta sayısı giderek artıyor
30 yıldır tüm dünyada yayılan ve 33.3 milyon kişiyi etkileyen HIV/AIDS’in toplumun her kesiminden insanda görülebileceği belirtiliyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 2000 yılında HIV ile yaşayan sayısı 158 iken, bu sayının 2004’te 210’a, 2007’de 376’ya, 2010’da ise 627’ye çıktığı vurgulanıyor. Pozitif Yaşam Derneği İletişim Sorumlusu Çiğdem Şimşek, dünyadaki HIV virüsü taşıyan insanların yüzde 48’ini kadınlar, yüzde 7,5’ini ise çocuklar oluşturduğunu söyledi. Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı Küresel AIDS’in geçen yılki raporuna göre, tüm dünyada hastalıkla enfekte olan kişi sayısında yüzde 19 düşüş yaşandığını, ancak AIDS için halen kesin olarak bilinen bir tedavi yöntemi bulunmadığını anımsatan Şimşek, "Doğru zamanda ilaç tedavisine başlanılması hastalıkta çok önemlidir. HIV pozitifler düzenli ilaç kullanarak AIDS evresine gelmeden sağlıklı bir şekilde yaşamlarını sürdürebilmekteler. Tanının geç konulması durumunda da hasta ilaç tedavisi yapılabilmektedir” dedi.

Şimşek, özetle şunları kaydetti: “AIDS ile yaşayan bir hastaya dokunarak, öpüşerek veya yanında bulunarak hastalığı kapmak mümkün değildir. Ayrıca AIDS evcil hayvanlardan, tuvaletlerden, yüzme havuzlarından, tabak ya da bardaklardan bulaşıcı özellik göstermez. Bu nedenle insanların bu konularda korkutulması ya da yersiz bir kaygıya neden olması çok yanlıştır. AIDS’in ana bulaşma yolu seksüel birleşme, uyuşturucu kullanıcılarının enjektörlerini paylaşması ve çok da az olsa kan transferidir. Ne yazık ki, AIDS hastalığına yakalanmış hamile bir kadının daha doğmamış bebeği de bu hastalığa yakalanmış demektir. AIDS’in yaygınlaşmasını önlemek adına hastaların düzenli olarak Sağlık Bakanlığı’nın ücretsiz olarak düzenlediği testleri yaptırmaları gerekir. Sağlık Bakanlığı tarafından eylül ayında açıklanması planlanan ücretsiz AIDS Danışma Merkezleri'ni de kamuoyuna duyuracağız.”

HIV/AIDS’in belirtilerinden bazıları;


- Fiziksel ve zihinsel aktiviteleri etkileyen, sebebi açıklanamayan aşırı bir yorgunluk,

- Zayıflama yada diyet gibi herhangi bir aktivite söz konusu olmadan iki aydan kısa bir sürede 7-10 kilo kaybı,

- Birkaç haftanın sonunda ateşin açıklanamayacak bir şekilde 39 derecenin üstüne çıkması,

- Uyku sırasında kişinin üstünü sırılsıklam edecek derecede terleme

- Sebebi bilinmeyen bir şekilde vücuttaki salgı bezlerinin kabarması

- Israrla devam eden ishal

- Herhangi bir solunum enfeksiyonuyla meydana gelen ve çok uzun süren kuru öksürük,

- Deri üstünde ya da altında oluşan kat kat, yada yükselen bir şekilde leke ve şişliklerin meydana gelmesi.



AIDS’den korunmanın 3 temel yolu:


-Korunaklı ilişki (Kondom, prezervatif kullanmak),

-Kan ve kan ürünlerinin kullanımında dikkatli olmak

-HIV ile yaşayan anne adaylarının hamilelik öncesi ve sonrasında tedavi görmesi. 

7/07/2011

tedavisi olmayan iltihabi bağırsak hastalığına filtrelemeli çözüm ile tedavi olunabilecek

    7/07/2011 09:20:00 ÖS   Yorum yok

Karın ağrısı, ishal, kanama ve dışkılamada ağır sorunlarla kendini gösteren, ileri aşamada ilaçla tedavisi mümkün olmayan, "İltihabi Bağırsak Hastalığı"na karşı, Türkiye'de ilk kez yapılan "filtreleme" yöntemiyle başarı sağlandı.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde hastalığa yol açan hücreleri kandan temizleyen "aferez" yöntemiyle 1 yıldır yoğun bakımda yatan ve ilaç tedavilerine yanıt vermeyen hasta, tekrar gündelik hayatına döndü.
filtrelemeli çözüm
Hastanın tedavisini yürüten Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Törüner, "kolit" olarak bilinen "İltihabi Bağırsak Hastalığı"nın, "ülseratif kolit" ve "Crohn hastalığı" adı altında iki alt türü bulunduğunu söyledi.

Mevcut Yöntemlerle Tedavisi Mümkün Değil
Bu hastalığın mevcut yöntemlerle tedavisinin mümkün olmadığını, zaman zaman uykuya geçen hastalığın, bazen de alevlendiğini ifade eden Törüner, şu bilgileri aktardı:

"Bazı hastalarda uyku durumu şans eseri uzun sürüyor. Tedavide ilk aşamada yan etkisi az ve daha uzun süre kullanılabilen ilaçlar kullanılıyor. Hastalığın ilerlemesi halinde ise yan etkisi daha fazla ilaçlara başvuruluyor. Hastalığın mekanizması çok iyi bilinmemekle birlikte, vücut, bağırsakları düşman olarak görüyor ve bu durumda bağırsaklarda iltihabi durum gelişiyor. Bu nedenle ileri safhada bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar kullanılması gerekiyor. Bu ilaçların uzun süre kullanılması halinde de ağır yan etkiler ortaya çıkabiliyor. Bu yan etkiler, ağır enfeksiyonlar şeklinde görülebiliyor."

Daha çok 30-40 yaşlarında, hem kadın hem de erkeklerde ortaya çıkan hastalığın görülmesinde genetik yatkınlığın etkili olduğunu ifade eden Törüner, "Bazı kişilerde hastalık 70 yaşında bile görülebiliyor" dedi.

Ülseratif kolitin kanlı ishal, Crohn'un ise ishal ve karın ağrısıyla belirti verdiğini, bazı hastalarda ağız, cinsel organ, deri gibi yerlerden dışkı gelebildiğini kaydeden Törüner, hastalığa karşı özel bir ilaç olmadığı için yüzde 100 tedavi imkanı bulunmadığını, ileri vakalarda, başlarda yüzde 80'ler civarında başarı sağlanan kortizon tedavisinde bile başarının daha sonraları düştüğünü vurguladı.

Hücreleri Kandan Temizleyen "Aferez" Yöntemi

Hastalarda ağır psikolojik sorunlara yol açan iltihabi bağırsak hastalığına karşı deneysel tedavi yöntemlerine başvurulduğunu ifade eden Törüner, hastalığa yol açan hücreleri kandan temizleyen "aferez" yönteminin de bu deneysel tedavilerden biri olduğunu bildirdi.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde aferez yapılan 20 yaşlarındaki Crohn hastasının, 1 yıldır yoğun bakımda tutulmasına rağmen hiçbir tedaviye yanıt vermediğini anlatan Prof. Dr. Murat Törüner, söz konusu uygulamayla ilgili şu bilgileri aktardı:

"Hastaya uyguladığımız aferez yöntemi ile bağırsakları düşman olarak gördüğü için hastanın kanında aşırı ve anlaşılamayan bir tepkiye yol açan hücreleri dolaşım sisteminden filtreleme yaparak temizledik. Bu hücreler temizlendiği için de hastadaki iltihabi bağırsak hastalığı belirtileri ortadan kalkmış oldu. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Türkiye'nin en ileri tedavi merkezlerinden birisi. Terapötik Aferez Merkezi ise ameliyathane şartlarına sahip ülkenin en ileri merkezlerinden birisi. Aferez yönteminin başarılı olması için hem gastroenteroloji, hem de aferez konusunda gelişmiş şartlara sahip merkezlerde yapılması büyük önem taşıyor."

Törüner, tedavisi tamamlanan Crohn hastasının bağırsaklarında açılan fistüllerin tamamen kapandığını, hastalık belirtilerinin ortadan kalkmasıyla hastanın tekrar gündelik yaşamına döndüğünü ve bağışıklık sistemini baskılayan ilaçların en aza indirildiğini belirterek, "Ancak bu, hastanın tamamen sağlığına kavuştuğu anlamına gelmiyor. Takibinin sürmesi gerekiyor. Aferez işleminin belirli bir süre sonra tekrarlanması gerekebilir" dedi.

"Yöntemin Yan Etkisi Yok"

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Terapötik Aferez Merkezi Sorumlusu Prof. Dr. Osman İlhan da aferez yönteminin hiçbir yan etkisi bulunmadığını bildirdi. Bu yöntemin her hastada uygulanmasının mümkün olmadığını, gastroenteroloji uzmanlarından oluşan bir heyetin raporuyla Sağlık Bakanlığı'nın Aferez Komisyonu'nun onay verdiği hastalara uygulanabileceğini ifade eden İlhan, şunları anlattı:

"Yöntemle bağırsaklarda iltihap yapan savunma hücreleri toplanıyor. Aferez tekniğiyle hastadan toplanan kan filtreden geçiriliyor, hastalık yapan lökositler ayrılıyor ve bu hücrelerden temizlenen kan hastaya tekrar veriliyor. İşlem haftada bir kez olmak üzere 5 hafta üst üste yapılıyor."

Aferez yöntemine hangi hastalarda başvurulabileceğini ilişkin bir metin hazırlanmasının söz konusu olduğunu belirten İlhan, bu konunun Sağlık Bakanlığı'nın Aferez Komisyonu'nda da ele alınacağını söyledi.

"İltihabi Bağırsak Hastalığı"nın mezankimal kök hücre nakliyle tamamen ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmaların da devam ettiğini bildiren İlhan, bu tedaviyle hastalığa karşı yüzde 100 başarı elde edilmesinin mümkün olabileceğini söyledi.

Mezankimal kök hücre nakliyle hastanın kemik iliğindeki, hastalığa yol açan hücrelerin tamamen yok edilerek dolaşıma verilmesinin önüne geçilmesinin hedeflendiğini anlatan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan, şunları söyledi:

"Mezankimal kök hücre nakli ile ilgili dünyada da bazı araştırmalar yürütülüyor. Bu araştırmalardan biri, 3. kişiden alınan kök hücrenin hastalara nakledilmesi nedeniyle başarılı olamadı. Oysa hastanın kendisinden ya da doku uyumu olan yakınından alınan kök hücre nakledilmeli. Yakın bir gelecekte bu tedavi yöntemiyle iltihabi bağırsak hastalığının tamamen ortadan kaldırılması söz konusu olabilir."

İltihabi Bağırsak Hastalığı Nedir?
Sindirim kanalında görülen, sıklıkla kronik seyirli (uzun süreli) iltihap olan iltihabi bağırsak hastalığı, bağırsak duvarında ülser, şişme, yaralanma, kanama ve zedelenme ile seyreder.

Ana hatları ile iltihabi bağırsak hastalığının, ''ülseratif kolit'' ve ''Crohn hastalığı'' olmak üzere iki farklı tipi bulunur. Buna ek olarak iltihabi bağırsak hastalığının tam olarak ülseratif kolit veya crohn hastalığına benzemeyen, arada kalan tipi, yani tam belirlenemeyen şekli de vardır.

Kalın bağırsağın en önemli görevi, bağırsak içindeki suyun kana geri emilimidir. Ülseratif kolit hastalığında suyun geri emilmesini sağlayan tabakada inflamasyon (iltihap) olması nedeni ile bu işlev gerçekleşemez. Böylece hastalığın en önemli bulgusu ishal gelişir. Bu mukozal örtü tabakasındaki inflamasyon (iltihap), doku zedelenmesine, dolayısıyla ülserlere ve kanamaya neden olur.

İshal, bağırsak hareketlerinde artışa ve karın ağrısına neden olur. Böylece hastalarda kanlı dışkılama, rektal kanama (makattan kan gelmesi), dışkılama sırasında ağrı, acil dışkılama ihtiyacı, devam eden ishal, karın ağrısı (çoğu zaman kramplar tarzında), kilo kaybı ve ateş gibi belirtiler meydana gelir.

Hastalık, zaman zaman alevlenmeler ve sakin dönemler gösterir. Ömür boyu devam eden bir hastalık olmakla birlikte tedavi ile normal aktif yaşam mümkündür.

Ülseratif kolit sıklıkla crohn hastalığı ile karışır. Ülseratif kolit hastalığında, sadece kalın bağırsağın (kolon ve rektum) içini örten yüzeyel tabaka (mukoza ve submukoza) hasta iken, Crohn hastalığında ise, ağızdan anüse (makata) kadar sindirim kanalının herhangi bir yerinde bu olabilir. Ülseratif kolitin aksine Crohn hastalığında, hastalığın görüldüğü bağırsak kısmında, bağırsak duvarının sadece yüzeyel tabakası değil, tüm tabakaları hastadır.

6/13/2011

soya filizinden kaynaklanan ekoli bakterisinden almanyada ölümler artmaya başladı

    6/13/2011 06:38:00 ÖS   Yorum yok
ekoli bakteris

Almanya'da E koli salgınından ölenlerin sayısı 35'e yükselirken, sağlık yetkilileri hastaneye kaldırılan yaklaşık 100 kişinin böbreklerinin ciddi hasar gördüğünü söylüyor.



Salgının kaynağının Almanya'nın kuzeyinde bir organik çiftlikte yetiştirilen soya filizleri olduğu tespit edildi.

Çoğunluğu Almanya'da olmak üzere en az 3255 kişi hastalanırken, bunlardan en az 812'sinin durumu ölüm riski içeriyor.

Bir yetkili, böbrekleri hasar gören yaklaşık 100 kişinin ya organ nakline ihtiyaç duyacağını ya da hayat boyu diyaliz makinesine muhtaç kalacağını söyledi.

Hem bir epidemiyolojist hem de muhalefetteki Sosyal Demokratların üyesi olan Alman siyasetçi Karl Lauterbach, E koli vakalarının küresel bir salgına dönüşebileceği uyarısında bulundu.

Mayıs ayında ortaya çıkan E koli salgınında şu ana değin bir kişi hariç ölenlerin tümü Almanya'daydı.


Normal koşullarda ağır ishale yol açan ve özellikle çocukları ya da yaşlı nüfusu etkileyen E koli bakterisinin bu sefer gıda zincirine karışan yeni türü, böbreklerde hasara neden olarak ölümcül bir etki gösterebiliyor. Salgına yol açan bakteri ayrıca, en çok orta yaştaki yetişkinleri etkiliyor.

Almanya'nın ulusal hastalık kurumu Robert Koch Enstitüsü, haftasonu ölümlerin 35'e yükseldiğini teyit etmekle beraber, yeni vakaların seyrelmeye başladığını açıkladı.

Normal koşullarda inek ve koyun gibi hayvanların sindirim sisteminde varolan E koli bakterisinin Almanya'nın Aşağı Saksonya eyaletinde yer alan organik çiftlikte soya filizlerine nasıl temas ettiği hala bilinmezliğini koruyor.

Salgının kaynağı olarak tespit edilen çiftlikte çalışan bir grup işçi de hastalananlar arasında.


Yapılan tahlillerde, bu yeni E koli bakterisinin genetik olarak piyasadaki çok sayıda antibiyotiğe dirençli olduğu belirlendi.
bbc türkçe

6/06/2011

dev ilaç şirketleri gelişmekte olan ülkelere aşı fiyatlarını yüzde 95 indirimle verecek

    6/06/2011 03:53:00 ÖS   Yorum yok
gelişmekte olan ülkeler

GlaxoSmithKline, Merck, Johnson & Johnson ve Sanofi-Aventis gibi ilaç devlerinin desteklediği girişim; Birleşmiş Milletler'in daha iyi bir dünya için belirlediği milenyum hedeflerinin gerçekleştirilmesi yolunda önemli bir adım.


İshal, verem, zatürre gibi, gerekli ilaçlar sağlandığında tedavisi kolay olan hastalıklar; yoksul ve gelişmekte olan ülkelerde milyonlarca kişinin ölümüne yol açıyor.

Her yıl beş yaşın altındaki 2 milyon 400 bin çocuk aşılama ile kolayca korunabilecekleri hastalıklar yüzünden yaşamlarını yitiriyor.

Bunun nedeni, gelir eşitsizliği nedeniyle pek çok ülkede yoksul halkın en basit ilaçlara bile ulaşamaması.


Birleşmiş Milletler, Milenyum Kalkınma Hedefleri kapsamında 2015'e dek çocuk ölümlerinin azaltılmasını öngörüyordu.

Küresel Aşılama ve Bağışıklık İttifakı (GAVI) bu hedefi gerçekleştirmesi ve yoksul ülkelere daha uygun fiyatlarla ilaç ve aşı satışını koordine etmesi amacıyla 2008 yılında kamu ve özel sektör ortaklığında, çok sayıda uluslararası örgüt ve yardım kuruluşu desteğinde kuruldu.

Bugün açıklanan karar, 24 milyon çocuğa aşılama olanağı sunulmasını hedefleyen GAVI için büyük bir zafer.
Yüzde 95'e varan indirim

Gelişmekte olan ülkelerde ölümcül ishale yol açarak her yıl bir milyonu aşkın çocuğun ölümünden sorumlu tutulan rotavirüse karşı aşı, fiyatı düşürülecek ürünlerin başında geliyor.

İngiltere merkezli GlaxoSmithKline (GSK) ilaç şirketi Afrika ve Asya'da yaygın olan ve kronik ishale yol açan rotavirüse karşı bağışıklık sağlayan Rotarix aşısının yüzde 67 indirimli olarak satılacağını duyurdu.

Her yıl 500 binden fazla çocuk rotavirüsten kaynaklanan ishal sonucu ölüyor.


Şirketin yöneticisi Andrew Witty, aşının artık yoksul ülkelerde 1 buçuk sterline (2,5 dolar) satın alınabileceğini söyledi.

Çocukların bu hastalığın yarattığı tehditten korunabilmesi için iki doz aşı yeterli.

Plana göre aşı, gelişmiş ülkelere uygulanan daha yüksek fiyatlarla sübvanse edilecek.

Aşının Batılı ülkelerdeki fiyatı 30 sterlin (50 dolar) civarında tutulacak.

GSK, önümüzdeki beş yılda gelişmekte olan ülkelere 125 milyon doz aşıyı toplamda yüzde 95'i bulan indirimlerle sağlayacağını duyurdu.

Andrew Witty, son bir kaç yılda Brezilya'da aşının daha yaygın şekilde kullanılması ile ishal sonucu hastaneye başvuruların yüzde 60 oranında azaldığına, çocuklarda ishal sonucu ölüm oranlarının da düştüğüne dikkat çekiyor.

Bir diğer ilaç firması Merck de kendi rotavirüs aşısını bu ülkelerde dozu 5 dolardan satışa sunacağını; satışlar 30 milyon dozu geçince, fiyatın da 3,5 dolara gerileyeceğini açıkladı.

İki Hint ilaç şirketi Serum Institute ve Panacea Biotec de difteri, tetanos, boğmaca, hepatit B, ve B tipi Haemaphilus Influenza'ya karşı koruma sağlayan beşli karma aşı için GAVI'nin ödediği ücretleri düşürecek.

Bu aşının dozu şu anda 1,75 dolar düzeyinde.

Crucell ve Sanofi Pasteur de bu aşıyı 16 ülkeye GAVI'ye sağlanan fiyatlardan satacaklarını duyurdu.

İlaç firmalarının fiyat indirimi kararı, Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu UNICEF'in bu yöndeki çağrısını izliyor.

Açıklanan adımlar ilaç şirketlerinin son yıllarda özellikle yardım kuruluşlarının yönelttiği 'sağlığın ticaretini yapma' eleştirilerine yanıt vermesini sağlayacak.

Yoksul ülkelere aşı dağıtımını sağlayan GAVI, ilaç şirketlerinin yüksek fiyatları nedeniyle, bütçesinde 3,7 milyon dolar açık veriyordu.

Fiyat indirimleri, kuruluşa bu açıdan nefes aldırmış olacak.

Çocuklara yardım kuruluşu Save The Children'ın yöneticisi Justin Forsyth kararı memnuniyetle karşıladı ve böylece yüzbinlerce hayatın kurtarıldığını belirtti.

Forsyth, ishalin yol açtığı çocuk ölümlerinin AIDS, kızamık ve sıtmanın toplamından daha fazla olduğunu vurguladı.
Sıtma aşısı ufukta

GSK aynı zamanda, yakında dünyanın ilk sıtma aşısını geliştireceğini duyurdu.

Tropik kuşaktaki ülkeler için hala ciddi bir hayati risk yaratan sıtma, batılı ülkeler için uzun süre önce bertaraf edilmiş bir tehdit.

Bu nedenle ilaç şirketlerinin sıtma aşısı geliştirmeye gereken önemi vermediğinden yakınılıyordu.

GSK bu aşı için zengin ülkelerde satışlarla yoksul ülkelerin sübvanse edilmesi modelinin uygulanamayacağını kabul ediyor.

Dolayısıyla aşı, yüzde 5 kâr sağlayacak şekilde pazarlanacak; edinilen gelir ise yine, yeni nesil sıtma tedavileri geliştirilmesine aktarılacak.
bbc türkçe

6/04/2011

ehec bakterisi kırım kongo kanamalı ateşi hastalığı ile aynı belirtilere sahip

    6/04/2011 11:05:00 ÖS   Yorum yok
kırım kongo kanamalı

Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hüseyin Turgut, EHEC'in dizanterinin boyut değiştirmiş hali olduğunu, bilinen bakterinin yayılabilen bir hal aldığını ifade etti.



Hastalığın hayvanların bağırsaklarında bulunan bir bakteri olduğunu ifade eden Turgut, ''Çocuklarda daha sık görülüyordu. Yetişkin kadınlarda görülmeye başladı.

Daha çok çiftliklerde ya da besicilikle uğraşan insanların, o maddelerini işlerken, satarken bulaşmasıyla yayılıyor. Bahçelerde meyveler, sebzeler, gübrelerle temasta bulunuyorsa ve yıkanmadan yeniyorsa onlardan da bulaşma riski var. Dizanteri ya da ishal dediğimiz olay şu an için yetişkinleri de etkileyebilen bir konuma ulaştı. Antijenik özelliğinde bir değişiklik yapabiliyor ki salgın haline geldi'' dedi.

EHEC bakterisinin ishal yapma özelliğinin dışında böbrekleri etkileyen bir konuma büründüğünü belirten Prof. Dr. Turgut, ölümcül olmasının böbrekleri etkisi altına almasından kaynaklandığını söyledi.

Bakterinin beyni etkileyen bir duruma eriştiğini dile getiren Turgut, hastalıkla mücadele konusunda şu önerilerde bulundu:


''Bu hastalıkla mücadelede hijyen önemli. Tüm bulaşıcı hastalıklarda olduğu gibi temiz gıda maddesi tüketmemiz gerekiyor. Meyve ve sebzelerimizi temiz sularla yıkamamız gerekiyor. Gübre kullanırken, meyve ve sebzeleri satarken dikkatli olmak lazım. Süt ürünleriyle de geçebilir.''

Hastalığın ölümcül hale gelmesinin böbrek yetersizliğine neden olmasından kaynaklandığını vurgulayan Turgut, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Bakteriyi yok etmek çok kolay, ama bakterinin toksinleriyle başladıysa olay kanamalara neden olabilir. Kanamayı durduramıyorsunuz. KKKA hastalığına benzer kanamalar gösteriyor. Böbreği etkiliyor. Böbrek yetmezliği yapıyor, kanamaya neden oluyor, o da durdurulamıyor. Bu bir bağırsak bakterisi. Hayvanların bağırsaklarında bulunan bu bakteri, dışkı yoluyla sebze ve meyvelere, hayvansal ürünlere, oradan da insanlara bulaşıyor.''
cumhuriyet portal

4/25/2011

gereğinden fazla vitamin kullanımı çeşitli hastalıklara yol açıyor

    4/25/2011 10:19:00 ÖS   Yorum yok
çeşitli hastalıklara yol açıyor

Son günlerde hava sıcaklıklarındaki dengesizlik adeta hastalık saçıyor. Hasta olanlar ağrı kesici ve ateş düşürücülerinin yanında mutlaka vitamin alırken sağlıklı kalmak isteyenler de doktora danışmadan bilinçsizce vitamin takviyesi alıyor. 

Ancak gelişigüzel vitamin kullanımı yaradan çok zarar getiriyor. Memorial Şişli Hastanesi Dahiliye Bölümü’nden Uz. Dr. Gürkan Yurteri, gereğinden fazla alınan vitaminlerin vücudumuza vereceği zararlar hakkında önemli bilgiler verdi.

Sağlıklı bir sinir sistemi için B6, iyi bir göz ve cilt için A, kanserden korunmak için E, kemiklerimiz için K vitamini… Görüldüğü gibi sağlığınızı ve güzelliğinizi korumanın yolu vitaminlerden geçiyor. Peki, vitamin ve minerallerin fazla kullanıldığında yanlış beslenmenin yarattığı sorunları gideremediği gibi, vücudumuza da zarar verdiğini biliyor muydunuz?

Vitamin ve mineraller, sağlıklı yaşamın vazgeçilmez bir parçası olan organik maddelerdir.


Vücudumuz, işleyişini sürdürebilmesi için bu maddelere çok az miktarlarda da olsa gereksinim duyar. Ancak bu vitaminler aşırı dozda kullanıldığında, baş ağrısı, bulantı, kusma, idrar yolu rahatsızlıklarına, hatta ölüme kadar gidebilen problemlere neden olabilir.

Vitamin ihtiyacını karşılamanın en doğru yolu dengeli beslenmek.


Vitaminlerin çoğu bitkisel ve hayvansal besinlerde bulunur. Karbonhidrat, yağ, protein gibi ana besin öğeleri ile yeterli miktarda yapılan dengeli beslenmede vücudun günlük vitamin ihtiyacı karşılanır. Ancak çeşitli fizyolojik (Gebelik, spor, gelişme çağı gibi), patolojik (Ateş,ishal,travma...vs) durumlar, çevresel faktörler (İklim,coğrafi bölge) ve ilaç tedavileri vitamin gereksinimini artırabilir.


Eğitim seviyesi vitamin kullanımını etkiliyor.

Vitamin kullanımının kadınlar, yaşlılar, gelir düzeyi yüksek olanlar, iyi eğitimliler, sigara içmeyenler (özellikle eski içiciler), çok fazla içki içmeyenler ve iyi beslenmenin hastalıklara iyi geleceğine inananlarda daha yaygın olduğu bilinmektedir.


Fazla vitamin tüketilmesinin yol açtığı hastalıklar!

•A vitamini fazlalığı; daha çok baş dönmesi, çift görme, baş ağrısı, kasılma nöbetleri, dudaklar ve avuç içlerinin soyulması, şiddetli kusma, kafa içi basıncı artışı şeklinde belirti verir ve bu belirtiler kullanımdan 6 saat sonra ortaya çıkar. A vitamini zehirlenmesi de diyebileceğimiz kronik toksisite ise günde 15mg dozda 3 aydan uzun süre kullanıldığında gelişir. Bu durumda ise kişilerde kuru cilt, kusma, kellik, kemik ağrıları, kalsiyum yükselmeleri, lenf bezlerinde büyüme, kan yağlarında yükselme, regl olamama, yalancı beyin tümörü belirtileri, sinirlilik, huzursuzluk, kansızlık görülebilir.


Yaşlılar A vitamini zehirlenmelerine daha duyarlı

Gebe kadınlara yüksek doz A vitamini verildiğinde düşüklere, bebekte kalp ve kafa anomalilerine rastlanabilir. Gebelikte, günlük A vitamini dozu belirli bir seviyeyi aşılmamalıdır. Yaşlılar, alkolikler, karaciğer hastalığı olanlar vitamin A zehirlenmesine daha duyarlıdırlar. Klinik çalışmalarda akciğer kanseri gelişme riski olan kişilerde (ailesinde olması, sigara içmesi, kanserojen maddeye maruziyet gibi) yüksek doz beta karoten alımının kansere yakalanma riskini artırdığını ortaya koymuştur.

•B vitamini fazlalığı; genellikle zehirlenmeye sebep olmaz. Ancak çok yüksek dozlarda alınırsa zehirlenme görülebilir. Belirtileri, hissizlik, yürüyememe, cilt rahatsızlıkları, gözlerde ışık hassasiyeti, uykusuzluk, bitkinlik, baş ağrısı, çarpıntı, ishal şeklinde görülebilir.

•C vitamini fazlalığı; 2 gramdan fazla alındığında karın ağrısı, bulantı ve kusma şeklinde kendini gösterir. Uzun süreli ve yüksek doz kullanımının böbrek taşı oluşturabileceğinden korkulur. Bir diğer olası yan etkisi demir preparatı kullanan hastalarda demir yüklenmesine neden olmasıdır. 1 gramın üzerinde alımlarda, idrardan bakılan şeker ölçümlerini bozar. Ayrıca bazı enzim eksikliği olan hastalarda kan hücrelerinin yıkımına neden olabilir.

•D vitamini fazlalığı; kanda kalsiyum yükselmesine, böbrek hastalıklarına, damar
sorunlarına, böbrek taşlarına neden olabilir. D vitamini toksisitesinin yani zehirlenmesinin neden olduğu böbrek yetmezliği ya da kalp yetmezliği sonucu ölüm dahi ortaya çıkabilir. Toksisite günde 10000IU in birkaç ay boyunca alınmasıyla ortaya çıkar. Erken toksisite belirtileri kemik ağrısı, kabızlık, sersemlik hali, ağız kuruluğu, sürekli baş ağrısı, artmış susuzluk, iştahsızlık, düzensiz kalp atışı, kas ağrısı, ağızda metalik tat, bulantı, kusma şeklindedir. Kronik toksisite kemik ağrısı, idrarda bulanıklık, gözlerde kızarma, cinsel isteksizlik, gözlerin ışığa hassasiyetinde artma, ciltte kaşıntı, bulantı, kusma, şiddetli mide ağrısı, psikiyatrik problemlerle kendini belli edebilir.

E vitamini fazlalıgı; kanın pıhtılaşmasını önler. Özellikle kan sulandırıcı ilaç kullanan hastalara önerilmez. 1 gramın üzerindeki dozlarda bulantı, gazlanma ve ishal yapabildiği bildirilmiştir.

F vitamini fazlalığı; vücuttaki yaraların geç iyileşmesine ve yorgunluk hissedilmesine
sebep olabilir.

K vitamini fazlalığı; kanın pıhtılaşmasında ve yıkılmasında problemler yaratabilir.

B6 vitamini fazlalığı; da ayaklarda uyuşma ve ellerde his kaybına neden olabilir.

Sonuç olarak “Vitamin bu, ilaç değil ki ortada doktorluk bir durum yok” demek doğru değildir. Vitamin takviyesi yapmadan önce mutlaka doktora danışılması gerekir.
cumhuriyet portal
© 2014 deva arayanlar . Designed by Bloggertheme9
Proudly Powered by Blogger .