-->
böbrek yetmezliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
böbrek yetmezliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1/15/2012

dünyada en fazla tuz kullanan ülke olarak hipertansiyonda birinci sıraya yerleştik

    1/15/2012 02:06:00 ÖS   Yorum yok

Prof. Dr. Saniye Şen, yaptığı açıklamada tuzun, hipertansiyon, kardiyovasküler hastalıklar, felç, diyabet, ödem, obezite, mide kanserleri, böbrek yetmezliği gibi hastalıklara yol açtığını söyledi.

hipertansiyonda birinci sıraya

Şen, beslenme alışkanlıkları ve yaşam biçiminin değişmesi nedeniyle hipertansiyon hastalarının sayısının hızla arttığını, Türkiye'de de bu artışın son 15 yılda ikiye katlandığını belirtti.

Hipertansiyonun, besinle alınan tuzların böbrekler aracılığıyla atılamamasından kaynaklandığını ifade eden Prof.Dr. Şen, ''Ülkemizde, günlük tuz alımı ortalama 18 gramla dünyada en yüksek düzeye ulaşırken, hipertansiyon oranı da birinci sıraya yükseldi. Ne kadar tuz alırsak, dilimizdeki tuza duyarlı algaçlar o kadar köreliyor. Siz tuzu azaltırsanız zaman içerisinde ise bu algaçlar normale dönebiliyor'' diye konuştu.

Tuzlukların üzerine ''tuzu sağlığınız için az kullanınız'' yazılmalı


Aşçıların, yaptıkları yemeklere tuz koymaması gerektiğini, tuz tercihinin, yemeği yiyecek kişiye bırakılmasının doğru bir uygulama olacağını bildiren Prof.Dr. Şen, ''Bütün işletmeciler, gönüllü olarak tuzlukların üzerine, (tuzu sağlığınız için az kullanın) yazdırmalı'' dedi.

Tuzla mücadelenin devlet politikası olarak yürütülmesi gerektiğine işaret eden Prof. Dr. Şen, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Tuz, yemeklerde bozulmayı önlüyor, hatta hafif bozulmaları gizleyebiliyor. Burada, maalesef gıda endüstrisinin bir kar zarar muhasebesi yapılıyor. Bu nedenle tuz mücadelesi devlet politikası olarak ele alınmalı. Bir çok gelişmiş ülke bu savaşı sürdürerek hipertansiyon ve bağlantılı hastalıkları azaltmaktadır. Finlandiya'da günlük tuz alımı 4 grama çekilerek beyin kanamaları yüzde 50, bu kanamaların yol açtığı ölümler yüzde 80 azaltılmıştır.''

9/06/2011

türkiye'de akciğer kanserinden sonra sırayı prostat kanseri alıyor her 12 erkekten biri prostat

    9/06/2011 07:47:00 ÖS   Yorum yok

Prof. Dr. Göktaş, yaptığı yazılı açıklamada, ülkemizde yaklaşık 1 milyon 900 bin prostat hastası olduğunu belirtti.


Ülkemizde 1 milyon 900 bin prostat hastasından yalnızca 300 bininin yani yüzde 16'sının tedavi olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Göktaş, şunları kaydetti:

prostat kanseri alıyor
''Geriye kalan 1 milyon 600 bin erkeğin ise bu hastalıkla ilgili bilgilendirilmesi gerekmektedir. Erkekleri etkileyen ölümcül kanser türlerinden olan prostat kanseri her 12 erkekten birinde görülmekte ve akciğer kanserinden sonra ikinci sırada yer almaktadır. Bu oldukça ciddi bir rakam olup insanların bu konuda duyarlı davranması gerekmektedir.''

''Geç tanı böbrek yetmezliği nedeni''


Bunun yanında iyi huylu prostat büyümesi ile idrar yolunun daraldığını ve idrar yapmada zorluklar yaşandığını anlatan Prof. Dr. Göktaş, erken tanı ve tedavi edilmediği takdirde böbrek yetmezliğine kadar gidebilecek ciddi sorunlar ortaya çıktığını vurguladı.
Prof. Dr. Göktaş, ''Unutulmamalıdır ki prostat hastalıkları erken teşhis edildiğinde büyük ölçüde hayat kurtarıcıdır'' ifadelerini kullandı.

Prostat hastalıkları ve özellikle de prostat kanseri ile ilgili toplumda farkındalık yaratmak istediğini ifade eden Prof. Dr. Göktaş'ın, şunları kaydetti:

''Özellikle bu konuyla ilgili toplum bilincinin oluşturulması ve geliştirilmesi gerekiyor. Unutulmamalıdır ki prostat, tedavisi mümkün olan bir hastalıktır. Ancak bunda erken teşhis oldukça önemlidir. Biz de prostat hastalıklarıyla ilgili halkımızı bilgilendirmek amacıyla 8 Eylül Perşembe günü hakla açık bir seminer düzenleyeceğiz.''

7/03/2011

birinci derece akaraba evliliği olanlarda tespit edilen böbrek yetmezliği geni bulundu

    7/03/2011 01:42:00 ÖS   Yorum yok

Hacettepe Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Birimi, AB 6. Çerçeve ve TÜBİTAK tarafından desteklenen proje kapsamında keşfedilen gen, birinci derece akraba evliliği bulunan ailelerde tanımlandı.


Çalışma kapsamında ailenin bir çocuğunda tespit edilen gen sayesinde, diğer çocuklar böbrek yetmezliği olmadan tedavi edilebildi.

Genin bulunması, özellikle akraba evliliklerinin sık yaşandığı Türkiye'de böbrek yetmezliği potansiyeli taşıyan hastalığın erken dönemde tanımlanması ve tedavi edilmesi için önem taşıyor.
böbrek yetmezliği geni
Çalışma ABD'deki American Journal of Human Genetics Dergisinde dün itibariyle yayımlanarak bilim çevrelerine duyuruldu.

HÜ Çocuk Nefroloji ve Romatoloji Ünitesi Öğretim Üyesi ve Nefrogenetik Laboratuvarı Sorumlusu Doç. Dr. Fatih Özaltın, genetik mutasyonları çocuklarda nefrotik sendrom ve son dönem böbrek yetmezliğine neden olan PTPRO (protein tyrosine phosphatase receptor type O) genini ilk kez keşfettiklerini bildirdi.

Genin iki Türk ailede tanımlandığını, her iki ailede de anne ve baba arasında birinci dereceden akraba evliliği bulunduğunu anlatan Özaltın, ailelerden birinde 14 yaşında hastalığı başlayan bir gencin 18 yaşında böbrek yetmezliği görüldüğünü, ailenin diğer bireyinde ise böbrek sorununa ilişkin herhangi bir yakınmanın bulunmadığını aktardı. Bu çocuğun ablasında böbrek yetmezliği bulunduğu için gen taramasına alındığını ve idrarda proteine bakıldığını anlatan Özaltın, bu yolla bu genin taşıyıcısı olduğu ve ileride böbrek yetmezliği sorunu ile karşı karşıya geleceği riskinin erken dönemde teşhis edilebildiğini belirtti.

Özaltın, çocukta genin varlığının tespit edilmesiyle çocukta yoğun bir tedaviye başlandığını ve sonuçta çocuğun böbrek yetmezliğine gidişatının engellendiğini bildirdi.

Eskiden tamamen tedavisiz olan genetik odaklı böbrek yetmezliklerinde bu genin tespitinin ekiplerini çok heyecanlandırdığını dile getiren Özaltın, bu gende mutasyon saptanan hastalarda erken tanı ve tedavi ile son dönem böbrek yetmezliğine gidişin yavaşlatılabileceğini, hatta bazı hastalarda tamamen önlenebileceği yönünde aldıkları sonuçların umut verici olduğunu söyledi.


Nefrotik sendrom nedir?


Doç. Dr. Özaltın, çocukluk yaş grubunda sık görülen nefrotik sendromun, idrarda yoğun protein kaybı ve buna ikincil kan protein düzeyinde azalma, ödem ve kanda lipidlerin artışı ile karakterli bir hastalık olarak tanımlandığını belirtti.

Özellikle Türkiye'de böbrek yetmezliğine neden olan nefrotik sendromun akraba evlilikleri nedeniyle sık göründüğünü, hastalığın ileri aşamalarında diyaliz ve organ yetmezliğinin başladığına işaret eden Özaltın, hastaların bir bölümünün ise bu yönde bir şansı bile bulunmadığını, çok küçük yaşlarda böbrek yetmezliği nedeniyle kaybedildiğini belirtti.
Özaltın, çalışmada saptanan PTPRO geninin bozukluğunun böbrekten çok önem taşıyan ''podosit''in sağlıklı fonksiyon görmesini engellediğini ispatladığını bildirdi.


''7 gen daha önce keşfedilmişti''


Çalışmalarından önce steroide dirençli nefrotik sendroma yol açan 7 genin daha bulunduğunu dile getiren Özaltın, bütün bu genler ile hastaların ancak yüzde 20'lik bir bölümünün açıklanabildiğini ve geri kalan kısmında altta yatan genetik nedenin bilinemediğini söyledi.

Ekiplerinin çekinik özellik gösteren aileler üzerinde çalışarak şu ana kadar hastalıktan sorumlu olduğu bilinmeyen PTPRO geninde mutasyonlar tanımladığını kaydeden Özaltın, şöyle konuştu:
''Diğer resesif genlerin aksine PTPRO mutasyonlarına sahip bireylerin tedaviden fayda görebileceği de bu çalışma ile ispatlandı. Bu durum, genetik tanının tedavideki önemini vurguluyor. Şu ana kadar tedaviye dirençli nefrotik sendromda podosit fonksiyonunu bozan genlerde mutasyon saptandığında tedavi sonlandırılmakta, hastaların yan etkileri yüksek ve pahalı ilaçları gereksiz yere kullanmaları önerilmemekte, diyaliz ve böbrek nakil planlamaları yapılmaktaydı.

PTPRO mutasyonu saptanan hastalarda ise daha yoğun tedavinin faydalı olacağının görülmesi her genetik mutasyonun tek bir kalıp halinde ele alınamayacağını gösteren en önemli kanıt olarak gösteriliyor. Bu nedenle genetik bozukluğa göre tedavi algoritmalarının oluşturulması, tedavilerin kişiselleştirilmesi ve akılcıl tedavi politikalarının geliştirilmesi son derece önem taşıyor.''

Akraba evlilikleri hastalık riskini artırıyor

Türkiye'nin ciddi bir sorunu olan akraba evliliklerinin ''nadir hastalıkların'' ortaya çıkma olasılığını arttırdığını vurgulayan Özaltın, şimdiye dek tanımlanmış nefrotik sendroma neden olan resesif genlerin akraba evliliği olan ailelerde tanımlandığını ve bunların hemen tamamında bir ya da daha fazla Türk ailenin bulunduğunu dile getirdi.

Türkiye'de akraba evlilikleri oranının yüksek olmasının ciddi bir sağlık problemi oluşturduğunun altını çizen Özaltın, şunları kaydetti:
''Bu sorun hükümetlerin sağlık politikalarının da önceliği olmalıdır. Genetik araştırmalar, sadece hastalıkların altında yatan genetik nedenleri aydınlatmakla kalmıyor hastalıkların tedavilerinde de giderek artan bir öneme sahip oluyor.
Bu nedenle genetik hastalıkların sık görüldüğü ülkemizde genetik tanı ve buradan elde edilen verilere göre planlanacak tedaviler ülke kaynaklarını daha etkin kullanan bir toplum olmamızın ön koşulu gibi durmakta.''

6/04/2011

ehec bakterisi kırım kongo kanamalı ateşi hastalığı ile aynı belirtilere sahip

    6/04/2011 11:05:00 ÖS   Yorum yok
kırım kongo kanamalı

Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hüseyin Turgut, EHEC'in dizanterinin boyut değiştirmiş hali olduğunu, bilinen bakterinin yayılabilen bir hal aldığını ifade etti.



Hastalığın hayvanların bağırsaklarında bulunan bir bakteri olduğunu ifade eden Turgut, ''Çocuklarda daha sık görülüyordu. Yetişkin kadınlarda görülmeye başladı.

Daha çok çiftliklerde ya da besicilikle uğraşan insanların, o maddelerini işlerken, satarken bulaşmasıyla yayılıyor. Bahçelerde meyveler, sebzeler, gübrelerle temasta bulunuyorsa ve yıkanmadan yeniyorsa onlardan da bulaşma riski var. Dizanteri ya da ishal dediğimiz olay şu an için yetişkinleri de etkileyebilen bir konuma ulaştı. Antijenik özelliğinde bir değişiklik yapabiliyor ki salgın haline geldi'' dedi.

EHEC bakterisinin ishal yapma özelliğinin dışında böbrekleri etkileyen bir konuma büründüğünü belirten Prof. Dr. Turgut, ölümcül olmasının böbrekleri etkisi altına almasından kaynaklandığını söyledi.

Bakterinin beyni etkileyen bir duruma eriştiğini dile getiren Turgut, hastalıkla mücadele konusunda şu önerilerde bulundu:


''Bu hastalıkla mücadelede hijyen önemli. Tüm bulaşıcı hastalıklarda olduğu gibi temiz gıda maddesi tüketmemiz gerekiyor. Meyve ve sebzelerimizi temiz sularla yıkamamız gerekiyor. Gübre kullanırken, meyve ve sebzeleri satarken dikkatli olmak lazım. Süt ürünleriyle de geçebilir.''

Hastalığın ölümcül hale gelmesinin böbrek yetersizliğine neden olmasından kaynaklandığını vurgulayan Turgut, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Bakteriyi yok etmek çok kolay, ama bakterinin toksinleriyle başladıysa olay kanamalara neden olabilir. Kanamayı durduramıyorsunuz. KKKA hastalığına benzer kanamalar gösteriyor. Böbreği etkiliyor. Böbrek yetmezliği yapıyor, kanamaya neden oluyor, o da durdurulamıyor. Bu bir bağırsak bakterisi. Hayvanların bağırsaklarında bulunan bu bakteri, dışkı yoluyla sebze ve meyvelere, hayvansal ürünlere, oradan da insanlara bulaşıyor.''
cumhuriyet portal

sağlık bakanlığı türkiyede ehec bakterisine ilişkin türkiyede endişelenecek durum yok

    6/04/2011 10:24:00 ÖS   Yorum yok
endişelenecek durum yok

Son iki hafta içerisinde EHEC'in görüldüğü ülkelere seyahat eden kişilerden kanlı ishal görülenlerin ve hastalıktan şüphe edenlerin en yakın sağlık kuruluşuna müracaat etmeleri istendi.



Sağlık Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, basında EHEC mikrobuna bağlı Avrupa'da ve özellikle Almanya'da hastalık ve ölümlerin görüldüğü haberleri üzerine komisyon oluşturulduğu belirtildi.

EHEC'in hayvan veya insan dışkısıyla kirlenmiş su ve gıdayla bulaşan bir bakteri olduğuna işaret edilerek, EHEC'in kanlı ishalle seyreden bir hastalığa sebep olduğu ifade edildi. Bu mikroba bağlı oluşan hastalığın genellikle bir hafta içerisinde tedaviyle düzeldiğini vurgulanarak, çok nadiren ani gelişen böbrek yetmezliği tablosuna bağlı ölüm görülebildiği bildirildi.

Açıklamada, konuyla ilgili şu bilgilere yer verildi:


''EHEC, 2005 yılından bu tarafa ülkemizde bildirimi zorunlu hastalıklardan olup ülkemizde laboratuvar teyitli EHEC vakası görülmemiştir. Konu, Bilim Kurulumuz, Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğümüz ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığımızca yakından izlenmektedir. Bugün itibarıyla ülkemiz için endişe edecek bir durum olmamakla birlikte Bilim Kurulu, EHEC dahil su ve besinlerle bulaşan hastalıklardan korunmak için aşağıdaki hususlara dikkat edilmesini önermektedir:
-Yemeklerden önce ve sonra eller bol su ve sabunla yıkanmalıdır.
-Çiğ sebze ve meyveler iyice yıkandıktan sonra tüketilmelidir.
-Süt ve et gibi hayvansal ürünler yeterince pişirildikten sonra tüketilmelidir.
-Son iki hafta içerisinde EHEC'in görüldüğü ülkelere seyahat eden kişilerden kanlı ishal görülenler ve hastalıktan şüphe edenler en yakın sağlık kuruluşuna müracaat etmelidir.
-Konu ile ilgili gelişmeler Avrupa Hastalık Kontrol Merkezi (ECDC) başta olmak üzere uluslararası sağlık kuruluşları ile işbirliği halinde Bakanlığımız tarafından izlenmeye devam edilmektedir.''
cumhuriyet portal

3/12/2011

böbrek nakli ve böbrek yetmezliği hakkında doğru sanılan yanlışlar

    3/12/2011 08:58:00 ÖS   Yorum yok
doğru sanılan yanlışlar

Ülkemizdeki kronik böbrek yetmezliği hastalarının yarısından fazlasının böbrek nakline aday olmasına rağmen; böbrek nakli konusunda halk arasında doğru bilinen yanlışlar, hastaların hayat boyu diyalize girmesine ya da yaşamlarına mal oluyor. 


Memorial Şişli Hastanesi Böbrek Nakli Sorumlusu Op. Dr. Burak Koçak, “10 Mart Böbrek Sağlığı Günü” öncesinde, böbrek nakli ile ilgili toplumda yaygın fakat yanlış olan inanışlar hakkında bilgi verdi.


“Kronik böbrek yetmezliğim var; ancak diyalizle gidebildiğim yere kadar gideceğim”


Yanlış! Kronik böbrek yetmezliğinin en ideal tedavisi böbrek naklidir. Kişi diyalize hiç girmeden böbrek nakli olabilirse, en iyi sonuçlar elde edilmektedir. O nedenle biz hastalara daha diyalize ihtiyaç duymadan, kronik böbrek yetmezliği sürecindeyken, diyalize başlamadan hemen önce böbrek nakli olup, hayatlarına konforlu bir şekilde devam etmelerini öneriyoruz.


“Böbrek nakli sonrası yarım insan olacağım”


Yanlış! Canlıdan canlıya yapılan organ nakillerinde vericilerin sağlıklı bir şekilde hastaneye gelmesi, en kısa sürede taburcu edilmeleri ve konforlu bir hayat sürmeleri çok önemlidir. Yapılan tetkikler sonucunda kişinin böbrek vermesi açısından en ufak bir risk görüldüğü takdirde, bu kişiler böbrek vericisi olarak kabul edilmemektedir. Şunu biliyoruz ki; böbrek vericileri bu işlemden dolayı uzun vadede artmış bir böbrek hastalığı riski ile karşı karşıya değildir. Bundan dolayı ameliyatın son derece güvenli olduğu ve bu kişilerin hayatlarına sağlıklı bir biçimde devam ettikleri vurgulanmalıdır.


“Nakil olursam çocuk sahibi olamayabilirim”

Yanlış! Böbrek vericileri ameliyat sonrası rahatlıkla hamile kalıp, sağlıklı bir gebelik sürecinin sonunda çocuk doğurabilmektedirler. Alıcılar için ise durum şöyle özetlenebilir: Böbrek yetmezliği çeken hastalarda üreme yeteneğinde azalma ile birlikte gebe kalma ile ilgili bazı problemler ortaya çıkabilmektedir. Ancak böbrek nakli, sanılanın aksine, kadın hastalarda gebe kalma şansını; erkek hastalarda da üreme yeteneğini artırmaktadır. Bayanlar naklin birinci yılından sonra gebe kalıp, gerekli kontrollerle birlikte rahatlıkla çocuk sahibi olabilmekte ve bebeklerini emzirebilmektedir.
             

“Nakilden sonra da hayat boyu bol su tüketmek zorunda kalacağım”

Böbrek nakli olan hastalarının günde 1-1,5 litre, idrar çıkaracak şekilde, sıvı tüketmeleri gerekmektedir. Nakil yapılan böbreklerin normal böbreklere göre susuz kalmaya direnci daha zayıf olacağından hastaların dikkatli olmaları önemlidir.


“Ailemde kimseyle aynı kan grubuna sahip değilim. Bu nedenle onlardan organ alamam.”

Yanlış! Böbrek nakli kan uyumlu kişiler arasında yapılabildiği gibi kan uyumsuz alıcı ve verici arasında da yapılabilmektedir. Dünya’daki sonuçlara baktığımızda kan uyumsuz nakillerin başarısının kan uyumlu olarak gerçekleştirilen operasyonlarla aynı olduğu görülmektedir


“Şeker hastası olduğum için böbrek nakli olamam”

Yanlış! Şuanda dünyada böbrek yetmezliğinin en sık sebebi şeker hastalığıdır. Kişi hem şeker hastası ise hem de kronik böbrek yetmezliği sorunu var ise diyalizdeki yıpranma süresi çok daha hızlıdır. Böbrek yetmezliğine bağlı olarak nakilden en çok fayda gören grup, şeker hastalarıdır. Bu nedenle kronik böbrek yetmezliği ve şeker hastalığı olan hastalara hiç diyalize hiç girmeden en kısa sürede böbrek nakli olmaları önerilmektedir.


“Hepatit C hastasıyım, böbrek nakli olamam”

Yanlış!  Hepatit C hastaları da aynı şeker hastaları gibi böbrek sağlığı açısından hızla problemli bir sürece girmektedirler. Bu nedenle bu hasta grubu da böbrek naklinden çok büyük fayda görmektedir. C tipi sarılığı olan hastalara da mutlaka en kısa sürede böbrek nakli olmalarını önerilmektedir. Hastalar eğer karaciğer sirozları yoksa rahatlıkla böbrek nakli olabilmektedir. Ama bu hastalarda çok dikkatli olunması gerekmektedir. Çünkü hepatit C siroza yol açmaktadır. Hastanın sirozu varken tek başına böbrek nakli yapılması yeterli değildir. Bu son derece yanlış bir uygulamadır. Bu hastaların hem karaciğer hem de böbrek nakli olması gerekmektedir. Hastaların bu iki naklin beraber yapıldığı bir organ nakli merkezinde değerlendirilmesi ve tedavi süreçlerinin buna göre belirlenmesi önerilmektedir.


“Mesane hastalığı olanlar böbrek nakli olamaz.”

Yanlış! Mesaneye bağırsaktan yama yapılması, mesanenin büyütülmesi gibi ameliyatlarla mesane hastalığı tedavi edildiği takdirde böbrek naklinin sonuçları artık diğer hastalardan farklı değildir. Gelişen teknoloji ve ilerleyen ameliyat teknikleri ile ürolojik hastalıklar böbrek nakli için engel oluşturmamaktadır. Bu bilimsel gerçekleri bilmeden yaşamlarını hala diyalizde sürdüren pek çok hasta mevcuttur. Ancak bu kişilerin başarılı bir böbrek nakli olup, hayatlarını daha konforlu bir şekilde devam ettirebileceklerini bilmeleri gerekir.
cumhuriyet portal
© 2014 deva arayanlar . Designed by Bloggertheme9
Proudly Powered by Blogger .