-->
stres etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
stres etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8/02/2013

Kısırlık neden artıyor? Türkiye Tüp bebek'te Dünya sıralamasında dünya 9'ncusu

    8/02/2013 12:54:00 ÖÖ   Yorum yok
türkiye'de kısırlığı arttırdı türkiye tüp bebek'te
Kısırlık neden artıyor? Türkiye Tüp bebek'te Dünya sıralamasında dünya 9'ncusu
Kadınların kariyer tutkusu erkeklerin stresi ve sigara alışkanlığı türkiye'de kısırlığı arttırdı türkiye tüp bebek'te dünya 9'ncusu avrupa'da 6'ncı sıraya yükseldi bütün bunlar erkeklerde sperm kalitesini bozuyor böyle olunca da kısırlık artıyor türkiye'de her 7 çiftten biri çocuk sahibi olmakta zorlanıyor.

2/22/2013

stresin olumsuz etkilerinden korunmanın en iyi yolu yoga yapmak

    2/22/2013 10:05:00 ÖS   Yorum yok
Dur duraksız koşuşturmaca ve stres, modern hayatın kaçınılmaz bir parçası. Günümüzde Batılı ülkelerde milyonların düzenli olarak yaptığı yoga alıştırmaları, stresin olumsuz etkilerini ortadan kaldırıyor.



1/13/2013

Ege Denizinde kanserin ve kalp hastalıklarının uğramadığı ada

    1/13/2013 09:03:00 ÖS   Yorum yok

burası yunanistan'ın ikeria adası bu adaya kalp hastalıkları ve kanser uğramıyor ada sakinleri 100 yaşın üzerine kadar yaşıyor ve uzun yaşamalarının sırrı ise stresten uzak durmak ve doğal beslenmek



4/18/2012

iyimser insanların kalp hastalıklarına yakalanma ve felç geçirme riski daha az

    4/18/2012 02:06:00 ÖS   Yorum yok

Harvard Üniversitesi'nin 200 araştırmadan derlediği veriler iyimser insanların kalp hastalığına yakalanma ya da felç geçirme riskinin daha düşük olduğunu ortaya koydu.

kalp hastalıklarına yakalanma

İyimser insanlar genel olarak daha sağlıklı oldukları gibi kolestrol ve yüksek tansiyon gibi hastalıklara da daha nadir yakalanıyorlar.

Stres ve depresyon ile kalp hastalıkları arasındaki bağlantı ise zaten daha önceden kanıtlanmıştı.

Yapılan son inceleme için bilimadamları hastaların hem psikolojik hem de kardiyovasküler incelemelerinin kayıtlarının tutulduğu vakaları gözden geçirdi.

Araştırma sonucunda iyimserlik, yaşanılan hayattan duyulan tatmin ve genel olarak mutluluk gibi özeliklerin kişinin sosyal konumuna, yaşına, kilosuna ve sigara içip içmediğine bakılmaksızın kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riskini düşürdüğünü ortaya çıkardı.

İyimser insanların kalp hastalığına yakalanma oranı kötümserlerden %50 daha az.


Kanıt yok

Araştırmacılardan Dr Julia Boehm incelemelerinin kesin kanıtlar sunmadığının altını çizdi ve ''Sadece psikolojik durum ile kalp hastalığı arasında bir bağlantı bulduk'' dedi.

Psikolojik olarak ''iyi'' durumda olmanın objektif bir biçimde ölçülüp ölçülemeyeceği zaten tartışma yaratan bir konu.

Ayrıca araştırmada ''iyimser'' insanların yaşam tarzlarının da kötümser kişilere göre daha sağlıklı olduğu görüldü.

Sonuçlara göre iyimser insanlar daha sağlıklı besleniyor ve daha çok spor yapıyor.

Ancak tüm bunlar göz önünde bulundurulunca bile iyimserlik ve mutluluğun kalbe iyi geldiğini kabul etmek gerekiyor.



Şimdiye kadar kalp hastalıkları ve psikolojik durum arasındaki bağlantıyı araştıran araştırmalar genellikle stres ve endişe üzerine çalışmıştı.

İngiliz Kalp Vakfı Baş Hemşiresi Maureen Talbot ''Bu hastalıklar ile akıl sağlığı arasındaki bağlantı oldukça komplike ve hala tam olarak anlaşılabildiğini söylemek mümkün değil'' dedi.


Talbot ''Ancak bu araştırma zaten tahmin ettiğimiz bir şeyi doğruladı. Psikolojik olarak iyi durumda olmak sağlıklı bir yaşam sürmenin önemli bir bölümü'' dedi

Hemşire ayrıca araştırma sonuçlarının sağlık görevlilerinin psikolojiye vermeleri gereken önemi de gösterdiğini söyledi.

1/19/2012

deli iğde ülsere gün kurusu katarakta karanfil bitkisi 100'den fazla hastalığa iyi geliyor

    1/19/2012 08:31:00 ÖS   Yorum yok

Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halis Süleyman, mide asidini baskılamadan, artırmadan ya da azaltmadan, midenin doğal fonksiyonlarını etkilemeden, değiştirmeden mide ülserini tedavi eden ilaçlar üzerine önemli çalışmalarının bulunduğunu belirterek, 1997 yılından beri yabani deli iğde meyvesinin ülsere ve diğer bazı rahatsızlıklara olan iyileştirici etkileri üzerine çalışmalar yaptığını söyledi.

mide ülserini tedavi

Bu konuda yazdığı ilk makalenin uluslararası bilimsel dergi Phytotherapy Research'de, 2001 yılında yayımlandığını ifade eden Süleyman, ardından farklı uluslararası dergilerde de yabani deli iğde meyvesinin farklı organlara olan etkileriyle ilgili bazı makalelerinin yayımlandığını kaydetti.

Prof. Dr. Süleyman, yabani deli iğde meyvesinin karaciğer hasarını önlediğine dair bir çalışmasının da 2010 yılında Pharmaceutıcal Biology dergisinde yayımlandığını bildirdi.
Yabani deli iğde meyvelerinden ekstre elde ettiğini belirten Süleyman, şöyle devam etti:
''Yabani deli iğde meyvelerinden elde edilen ekstre mide asidini baskılamadan, artırmadan ya da azaltmadan sadece mide ülserlerini iyileştiriyor. Buna ilaç demem yanlış olur. Bu bir ekstre. Hayvanlar üzerinde denedik. Yüzde 100 ülseri iyileştirici etkisini gördük. Mide asidini baskılamadan, artırmadan ya da azaltmadan sadece mide ülserlerini iyileştiriyor.''

Gün kurusu kayısısı


İnönü Üniversitesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Selim Doğanay'ın danışmanlığında bilimsel çalışmasını yürüten göz hastalıkları uzmanı Cem Düz, yaptığı açıklamada, kataraktın önlenmesinde antioksidanların ve kullanılan gıdaların önemli rolü bulunduğunu, bu nedenle de çalışmalarında kayısının katarakt üzerinde etkisinin olup olmadığını incelediklerini belirtti.

katarakt oluşumu

Kayısıda birçok vitamin ve antioksidan düzeyine sahip bileşen bulunduğuna işaret eden Düz, yaptıkları çalışmayla kayısının ilk kez göz üzerindeki etkisinin araştırıldığını vurguladı.
Deney hayvanları sıçanlarla 20'şerli gruplar halinde çalıştıklarını ve bunları 3 gruba ayırdıklarını anlatan Düz, deney hayvanlarının ilk gruba normal yem verildiğini, diğer iki gruba doğumlarının onuncu gününden itibaren katarakt yapıcı bir ilaç uygulandığını belirtti.
İlaç verilen iki grup deney hayvanından bir grubun sürekli olarak içeriğinde organik gün kurusu kayısının bulunduğu yemle beslendiklerini kaydeden Düz, ''Çalışmanın ikinci ayında kayısı yemiyle beslenen grubun ilaç enjekte edilen ikinci gruba göre katarakt oluşumunun çok çok az olduğunu ve sıçan kanı ve lenslerindeki antioksidan düzeylerinin diğer gruplara nazaran daha yüksek olduğunu tespit ettik'' diye konuştu.

Araştırmanın danışmanı İnönü Üniversitesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Selim Doğanay da gözdeki lensin saydamlığını yitirmesiyle oluşan katarakt hastalığının dünyada göz konusunda en fazla yapılan cerrahi işlemlerin başında geldiğini dile getirdi.

Doğanay, çalışmanın kayısının göze olan etkisini gösteren dünyadaki ve Türkiye'deki ilk çalışma olduğunu, bilimsel çalışmanın sonuçlarının Türk Oftolomoloji Derneği'nin Ulusal Kongresi'nde sunduklarını ve çok olumlu tepkiler aldıklarını, Nisan ayında da Amerikan Katarakt Cemiyeti'nin toplantısında da tebliğ olarak sunacaklarını kaydetti.

Karanfil her derde deva


İbrahim Çeçen Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlhami Gülçin tarafından yapılan bir araştırmada, karanfilin birçok hastalığa iyi geldiği tespit edildi ve bu araştırma dünyadaki birçok bilimsel dergide yer aldı.

karanfil yağı üzerine

Atatürk Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi de Prof. Dr. Gülçin, yaptığı açıklamada, karanfil bitkisinin asıl vatanının Hindistan olduğunu belirterek, dünyadaki üretiminin yüzde 80'inin Tanzanya'da yapıldığını anımsattı.

Türkiye'de karanfilin yaygın olarak kullanıldığını vurgulayan Gülçin, 100'den fazla hastalığın sebebi olan serbest radikallerin antioksidanlar tarafından giderildiğini belirterek, karanfilin su ekstresini kullanarak, bu konuda bilimsel bir araştırma yaptıklarını vurguladı.
Çalışmada, önemli sonuçlar elde ettiklerinin altını çizen Gülçin, ''Gerçekten çok ilginç sonuçlar elde ettik. Çünkü kullandığımız karanfilin su ekstresinin, standart antioksidan bileşkeleriyle kıyasladığımızda önemli bulgular tespit ettik'' dedi.

Karanfilin su ekstresinden sonra, karanfil yağı üzerine de bir araştırma yaptıklarını ifade eden Gülçin, ''Günde 3-5 bardak karanfil çayını içmek, stres, sıkıntı, yorgunluk gibi psikolojik sıkıntılardan korur. Özellikle enfeksiyonlara karşı çok etkili. Karanfil birçok hastalığın temel sebebi olan alzheimer, parkinson, diyabet gibi hastalığın nedeni olan olan serbest radikalleri gideriyor. Kısacası, enfeksiyon ve kronik hastalıklarına karşı karanfil tomurcuklarının çok güzel bir şekilde kullanılabileceğini biz bilimsel olarak ispatladık'' şeklinde konuştu.

Karanfili çok fazla tüketmenin zararlı olabileceğine dikkati çeken Gülçin ''Karanfil üzerine yaptığım çalışmalarım, dünyada bu konudaki en saygın dergilerde yayımlandı. 2004 yılında ''Food Chemistry''de, 2010 yılında ''Arabian Journal Of Chemistry''de, 2011 yılında ise ''Journal of Medicinal Food'' dergisinde bilimsel araştırmalarım yayımlandı. Food Chemistry'deki makalem yüzün üzerinde atıf aldı. Dünyadaki birçok bilim adamının aldığı atıftan daha fazla atıf aldı makalem'' diye konuştu.

11/22/2011

saçlarımız neden dökülür? saç dökülmesi neyin habercisi?

    11/22/2011 04:46:00 ÖS   Yorum yok

saçlarımız neden dökülür? saç dökülmesi neyin habercisi? saç kuruluğu nedenleri





demir eksikliğinden kaynaklanan saç dökülmeleri aşırı stres ve yoğun iş temposundan kaynaklanan 


saç dökülmeleri en sık karşılaşılan 


kadınlarda ve erkeklerde erkek tipi saç dökülmesi erkek tipi kellik

10/08/2011

depresyon 2020 yılında dünyada en yaygın ikinci hastalık olacak

    10/08/2011 09:17:00 ÖS   Yorum yok

almanya'da son verilere göre, yaklaşık 4 milyon depresyon hastası var ve ağır depresyon yaşayan her 7 kişiden biri intihar ediyor.


Leipzig kentinde bu yıl ilk kez düzenlenen Depresyon Hastaları Kongresi çerçevesinde hasta ve doktorlar bu hastalıkla ilgili tecrübelerini paylaştı.
en yaygın ikinci hastalık

"Grip gibi başladı''


Thomas Müller-Rörich, binlerce kişinin gözleri önünde sahneye çıkarak büyük bir özgüvenle deneyimlerini aktardı. Ancak böyle bir kalabalık önünde konuşmasının bundan bir süre önce kesinlikle mümkün olmadığını belirtti. Yaklaşık 4 yıl boyunca hastanede ağır bir depresyon tedavisi görmüş.

Rörich, hastalığın başlangıcını gribe benzeterek şunları söyledi: ‘’Sanki grip olmuş da kendinizi halsiz ve iştahsız hissediyormuşsunuz gibi. Tabii bir de korku vardı bende; Ama neden korktuğumu bilmiyordum. Tek bildiğim, o haldeyken asla dışarı çıkıp işe gidemeyeceğimdi. Çünkü hiç enerjim yoktu. Sonra bir hafta kadar evde kaldım; düzelir gibi oldu ama ardından daha kötü duruma gelmeye başladı.’’

"Herkes bir nebze kendi kendisinin doktorudur", diyor Rörich. Onun da aklına doktora giderken her türlü rahatsızlık gelmiş, ama depresyon ya da tükenmişlik sendromu aklının ucundan bile geçmemiş. Hatta sadece kendisinin değil, aile hekiminin bile...

Rörich ‘'Ben, tanı konulması daha zor, ağır bir hastalık çıkacağını sandım. Yani kan kanseri ya da beyin tümörü gibi. Ve o nedenle sürekli doktora gidip şikayetlerimi dile getiriyordum ki, beni daha iyi muayene etsin diye. Ama bir süre sonra doktor da beni ciddiye almamaya başladı. Ve bana sadece ‘Sizin bir şeyiniz yok, gidin biraz tatil yapın’ gibi bilinen öğütler verdi’’ diye konuşuyor.
tükenmişlik sendromu

''Tanı koymak zor ''


Leipzig Üniversitesi Hastanesi'nden Psikiyatri ve Psikoterapi Profesörü Ulrich Hegerl, depresyon geçiren hastaların yüzde 10’una genelde aile hekimi tarafından tehşis konulamadığını belirtiyor. Hegerl, ''Stresli bir mesleği olanların çoğunda ise tükenmişlik sendromundan söz etmek mümkün', diyerek bu hastalığın tanısını koymanın daha kolay olduğunu, zira o aşamaya kadar gelen hastaların zaten tüm enerjilerini kaybetmiş olduğunu kaydediyor.

Profesör Ulrich Hegerl, bu sorunlarla mücadele edenlere genelde yanlış telkinlerde bulunulduğuna dikkat çekiyor. Hegerl sözlerini şöyle sürdürdü:

"Genelde tatile çıkmak, uzun süre uyumak ya da iyi gelen bir şeyler telkin edilir. Ama bunlar depresyona hiç iyi gelmez. Uzun süre uyumak, genelde depresyonu tetikler. Yerleşmiş ve etkili olan bir tedavi ise az uyumaktır. Tatile çıkmak, depresyondakilere kesinlikle önermeyeceğim bir şey. Çünkü depresyon da peşinizden gelir ve durumunuz tatilde daha da kötüleşir."


''Depresyon hastalıktır''

Profesör Hegerl, depresyon rahatsızlığı olanların genelde fiziksel olarak sağlıklı göründüklerini, ama en ufak bir işi halledecek durumda olmadıklarını kaydederek "Diş fırçalamak bile yerine getirilmesi imkansız bir göreve dönüşebiliyor’’ diyor. Hegerl, depresyonun bir ruhi çöküntü değil, bir hastalık olduğunu vurguluyor ve tıpkı bir apandisit iltihabı gibi acilen tedavi edilmesi gereken safhaları olduğunu kaydediyor. Çünkü bu insanların çoğunda büyük bir intihar riski oluşuyor.

Yas, üzüntü ve acılı günlerin her insanın hayatına ait şeyler olduğunu kaydeden Hegerl, ''Depresyon söz konusu ise hem fiziksel hem de ruhsal bir hastalık söz konusudur'' diyor. Hafif veya orta ağırlıktaki depresyonların psikolojik terapilerle tedavi edilebildiğini, ama ağır depresyonlarda hastaların mutlak antidepresan ilaçlar alması gerektiğini belirtiyor.

© Deutsche Welle Türkçe
Claudia Ruby / Çeviren: Başak Demir
Editör: Çelik Akpınar

7/20/2011

hamile iken eşi tarafından şiddet gören annenin yaşadığı stres bebeği kalıcı etkiliyor

    7/20/2011 07:57:00 ÖS   Yorum yok

Araştırmacılar, annenin şiddet kullanan eşi yüzünden stresli olduğu durumlarda, henüz doğmamış bebeğin stres hormonu reseptörlerinin değişim geçirdiğini gözlemledi.


Bu değişim, çocuğun stresle daha az iyi baş etmesine yol açabilir.

bebeği kalıcı etkiliyor
Değişimin ayrıca akıl sağlığı ve davranış bozukluğu sorunlarıyla da ilişkili olduğu tespit edildi.

Araştırmaya göre, reseptörleri değişim geçerek kişiler daha içgüdüsel davranabiliyor ve duygularıyla baş etmede zorluk çekiyor.

Bulguları Translational Psychiatry isimli dergide yer alan araştırma, 25 kadın ve yaşları 10 ile 19 arasında değişen çocuklarıyla yapıldı.

Araştırmaya dahil edilen kadınların istisnai koşullarda yaşadığını belirten araştırmacılar, çoğu hamile kadının günlük yaşamlarında bu kadar yüksek düzeyde strese maruz kalmayacağını ifade ediyor.

Araştırmacılar ayrıca bulguların nihai olmadığını, çocuğun büyürkenki çevresi gibi başka bir sürü etmenin de önemli olabileceğini söylüyor.


Ancak çocuğun ilk çevresi olan ana rahminin kilit önemde olduğunu da ekliyorlar.

Araştırmacılar bu tezlerini test etmek üzere daha detaylı ve kapsamlı çalışmalar yürüteceklerini açıkladı.

6/30/2011

sigara bırakmak isteyenler için yeni formül cep telefonuyla motive mesajları ile destek

    6/30/2011 10:20:00 ÖS   Yorum yok

Kendilerine "sen yaparsın!" gibi destekleyici mesaj gönderilen 2900 kişinin yüzde 10'dan biraz fazlası altı ay sonra sigarayı bıraktı. 

Herhangi bir mesaj gönderilmeyen benzer sayıda sigara tiryakisinin ise, sadece yüzde 4,9'u sigarayı bırakmayı başardı.
İngiliz tıp dergisi Lancet'te yayımlanan araştırmada, sigarayı bırakmak isteyenlere destek mesajlarının telefon şebekelerinin hizmetleri arasına alınması istendi.
cep telefonuyla motive
Kimi bilim adamları da bu tür cep telefonu mesajı hizmetinin küresel düzeyde olabileceğini söylüyorlar.

Hükümet istatistiklerine göre, İngiltere'de sigara tiryakisi olanların üçte ikisi aslında bu alışkanlıktan vazgeçmek istiyor.

Örnek SMS mesajları


İşinizi kolaylaştırmak için, sigara istediğiniz anlarda dikkatinizi dağıtmak için bazı şeyler hazırlayın. Stresli durumlarla başetmenizde size yardımcı olacak kişisel stratejiler geliştirin.

Günü geldi! Bugün sigarayı bırakma günü! Bütün sigaralarınızı çöpe atın. Bugün, sigarayı tamamen bırakmanızın ilk günü olacak. Yaparsınız bunu siz!

İlk sonuç : Karbon monoksit vücudunuzu terketti!


Dördüncü gün = Büyük gün... Hala fena halde özlüyor musunuz? Meraklanmayın, yarın işiniz daha kolaylaşacak. Aklınızı ve ellerinizi birşeylerle meşgul edin.

Sigara özlemi ortalama olarak beş dakikadan az sürer. Dikkatinizi dağıtmak için, o özlem geçinceye dek bir içeceği yavaş yavaş yudumlayın.

Kaçamak yaptığınız için suçluluk duymayın. Bir süre için sigarayı bırakmakla çok büyük başarı elde ettiniz aslında. Arada bir yaşanan kaçamaklar, sigarayı bırakma sürecinde normal. Devam edin, siz bunu yapabilirsiniz!

Son araştırma, sigara içen 5800 kişi üzerinde yapıldı. 6 ay süreyle 2915 kişinin cep telefonlarıne yüreklendirici mesajlar gönderildi. Geride kalanlara ise sadece araştırmaya katıldıkları için teşekkür mesajı atıldı.

İlk gruba ilk beş hafta boyunca günde beş SMS mesajı gönderildi; geriye kalan 26 hafta boyunca ise haftada üçer mesaj atıldı.

Araştırmaya katılanlar, nikotin özlemi çektiklerinde ya da dayanamayıp yeniden sigaraya başladıklarında tavsiye almak için de geriye mesaj gönderebiliyorlardı.

Araştırmaya katılanlar daha sonra tükürükte kotinin bulgusu olup olmadığını saptama amacıyla testler yapıldı.

Londra Hijyen ve Tropik Hastalıklar Fakültesi'nde düzenlenen araştırmaya öncülük eden Dr. Caroline Free, "Sigara alışkanlığından vazgeçmek isteyenlere cep telefonundan mesaj gönderilerek destek sağlanması çok pratik bir yöntem. İnsanlar, bu mesajları kendilerini teşvik eden bir dostluk işareti gibi görüyorlar." dedi ve SMS mesajlarının, sigaraya dönme eğilimine direnmeye yardımcı olduğunu söyledi.

Dünya Sağlık Örgütü her yıl, çoğunlukla düşük ve orta gelirli ülkelerde, yaklaşık 6 milyon insanın sigarayla bağlantılı hastalıklardan öldüğünü kaydediyor.

5/11/2011

yapılan araştırmalarda hücre yaşlanması eğitimsiz kişilerde daha süratli oluyor

    5/11/2011 08:49:00 ÖS   Yorum yok
eğitimsiz kişilerde

İngiliz bilim adamları düşük eğitimli kişilerin, üniversite mezunlarına oranla daha erken yaşlanmaya meyilli olduklarını tespit etti.


Londra'da 400 kadın ve erkek üzerinde yapılan bir araştırmada, daha az eğitim almış ve daha az vasfa sahip kişilerin üniversite mezunu kişilere göre daha az yaşlandığı sonucuna varıldı.

DNA incelemeleri de hücre yaşlanmasının eğitimsiz yetişkinlerde daha süratli olduğunu gösteriyor.

Uzmanlar eğitimin insanları daha sağlıklı yaşam sürmeye yönlendirdiğini söylüyor.


Yoksul bir hayat süren kişilerin sigara içmeye ve daha az spor yapmaya eğilimli oldukları daha önceki araştırmalarla da ortaya koyulmuştu.

Bu kişiler varlıklı kişilere oranla iyi kalitede sağlık hizmetine de daha az erişime sahip oldukları da yaygın bir bilgi.

Ancak son araştırma, sağlıklı bir yaşam konusunda eğitim durumunun gelir durumundan daha önemli olduğunu ortaya koyuyor.


Araştırmacılara göre, eğitimli kişiler daha az uzun dönem stres altında oluyor ya da stresle baş edebilme yöntemleri geliştirebiliyor.

İngiliz Kalp Vakfı bu araştırmanın sosyal eşitsizliklerle mücadele edilmesi gerektiğine işaret eden bir başka gösterge olduğu görüşünde.

Araştırma sağlıklı yaşamla ile sosyoekonomik durumun birbiriyle ilişkisini göstermesi anlamında da önemli görülüyor.
bbc türkçe sağlık

3/26/2011

kontrolsüz stres hastalıklara daha kolay yakalatıyor zor iyileştiriyor

    3/26/2011 10:11:00 ÖS   Yorum yok
daha kolay yakalatıyor

15. Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Kongresi için Antalya'nın Manavgat ilçesine gelen Köse, kontrol altındaki stresin iyi olduğunu ve vücudun bağışıklık sistemini güçlendirdiğini, bellek artışına neden olduğunu söyledi.


Bununla birlikte kontrol edilemeyen kronik stresin bağışıklık sistemini zayıflattığını dile getiren Köse, bu şekilde hastalıklara daha kolay yakalanıldığını ve daha zor iyileşildiğini kaydetti. Köse, ''Stres esnasında beyinden salgılanan ve tüm organizmayı denetleyen hormonlar, kan basıncını, şeker düzeyini, çarpıntıyı, terlemeyi artırıyor. Bunu az kontrol edenlerde strese bağlı hastalıklar artıyor'' dedi.

Stresin kalp hızı ve kan basıncını artırıp, bağışıklık sistemini baskıladığına işaret eden Köse, baş edilemeyen stresin kalp hastalıkları ve hipertansiyon, kansere yol açan kötü huylu tümörler, otoimmün hastalık, inme ve infeksiyon olasılığını artırdığını, sürekli yorgunluk, bellek problemleri ve depresyona neden olduğunu belirtti.
Öpücük hastalığına yakalananlarda stresin tedavi süresini uzattığına işaret eden Köse, tıp öğrencileri arasında yapılan çalışmaların da sınav stresinin bağışıklık sistemini baskıladığı ve hastalıklara yatkınlığın arttığını kanıtladığını kaydetti.

Çocuklarda stres


Stresin çocukların daha kolay hastalanmalarına neden olduğunu ifade eden Köse, özellikle bir yakınını kaybetmenin çocukların stresini artırdığını vurguladı.
Köse, ''Çocuklar üzerine yapılan bir çalışmada, stres düzeyi yüksek olan çocuklarda bir yıllık toplam hastalık oranında yüzde 40, ateşli hastalık oranında yüzde 77 artış olduğu saptanmıştır'' diye konuştu.

Stres ve diyabet


Kronik streste vücutta enerjinin depolanmadığını belirten Köse, bu şekilde kişilerin çabuk yorulduğunu ve diyabet olasılığının arttığını söyledi.
Stres sırasında hormonların enerji oluşturabilmek için daha fazla glukoz ve yağ asidi salınmasına neden olduğunu anlatan Köse, bu durumun insüline bağımlı ve insülin dirençli diyabette glukoz birikmesine, kan şekerinin yükselmesine ve damarlarda plak oluşumuna neden olup hasara yol açtığını kaydetti.
Stresin, doğal öldürücü hücre sayısını azalttığını, tümör kanlanmasını artırdığını ve tümör dokusuna glukoz sağladığını belirten Köse, ''Kanserli kişi optimist, kendine güvenen ve sosyal olarak desteklenmiş ise yaşam süresi daha uzun ve yaşam kalitesi daha yüksek oluyor'' dedi.
Doç. Dr. Köse, yapılan bir araştırmanın, psikolojik destek alan meme kanseri hastalarının destek almayanlara göre yaşam sürelerinin daha uzun, kanser tekrarlama oranlarının da daha düşük olduğunun saptandığını söyledi.

Gribal enfeksiyonlar artıyor

Gribal infeksiyonların da stresle arttığını belirten Köse, iyileşme süresini de geciktirdiğini vurguladı.
Köse, hem solunum yolu infeksiyonunun hem de klinik soğuk algınlığının psikolojik stres ile arttığını dile getirdi.
Stresle baş edemeyenlerin gribal enfeksiyonlara daha çabuk yakalandığını belirten Köse, ''Aşı olduktan sonra bizi koruması için verdiği cevap da stresli anımızda azalıyor ama stressiz olduğumuz dönemde artıyor'' diye konuştu.
AIDS hastalarında yapılan bir çalışmada depresyonun CD4T hücrelerinde azalmaya yol açtığının rapor edildiğini kaydeden Köse, buna karşın meditasyon gibi tekniklerin eklemlerde ağrı, tutukluk, şişlik ve fonksiyon kaybına neden olan eklem romatizması hastalarında semptomları önemli ölçüde azalttığını dile getirdi.
Köse, ''Gülmek, stresi, ağrıyı azaltır, ağrı eşiğini yükseltir, immüniteyi güçlendirir, kan ve lenf akımını, oksijenizasyonu artırır ve kan basıncını düşürür'' dedi.
cumhuriyet portal

2/27/2011

Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma tekniği ile baş ağrısı tedavisi

    2/27/2011 07:12:00 ÖS   1 yorum
baş ağrısı tedavisi

Davranış Bilimleri Enstitüsü (DBE) Yetişkin ve Aile Psikolojik Danışmanlık Merkezi Çift ve Aile Terapisti Şirin Hacıömeroğlu, travma sonrası stres bozukluklarının tedavisinde kullandıkları ''EMDR'' (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) yöntemiyle, migren hastalarının sorunlarını hafiflettiklerini bildirdi.


Davranış Bilimleri Enstitüsü (DBE) Yetişkin ve Aile Psikolojik Danışmanlık Merkezi Çift ve Aile Terapisti Şirin Hacıömeroğlu, baş ağrılarında en yaygın olanlarının, migren, gerilim tipi ve küme tipi ağrılar olduğunu vurgulayarak, migrenin 4 ile 72 saat arasında sürebildiğine işaret etti. Migrenin genetik yatkınlığının da olduğunu belirten Hacıömeroğlu, ancak ortaya çıkmasının genellikle bir olayla tetiklendiğini söyledi.

Hacıömeroğlu, genellikle migrene, mide bulantısı, aşırı ışık ve ses duyarlılığının eşlik ettiğini ifade ederek, şöyle devam etti: ''Araştırmalarda, migrenin en çok yanlış teşhis koyulan hastalıklardan olduğu belirtiliyor. Migren kadınlarda daha fazla görülüyor ve bunu adet dönemi daha çok tetikliyor. Gerilim tipi baş ağrısının yaygınlığı ise yüzde 90'larda görülmektedir. Bu da migren gibi insan hayatını oldukça etkileyen bir ağrı. Başın sızlaması, sıkılması gibi hissediliyor. Stres ve uykusuzluk bir numaralı tetikleyicileri. Travma sonrası stres bozukluklarının tedavisinde kullanılan EMDR yönteminin, migren hastalarının sorunlarını hafiflettiğini tespit ettik. Bu konuda yeni bir proje geliştirerek migren hastaları üzerinde EMDR yöntemini uygulayıp, baş ağrısının şiddetini, süresini veya sıklığını azaltmayı başardık.''

Şirin Hacıömeroğlu, ''EMDR'' yönteminin travma tedavisinde kullandıkları çok etkili bir teknik olduğunu söyledi. ''Artık EMDR'nin kullanımı bir çok alana kaymış durumda. Madde bağımlılığını dahi bu yöntemle tedavi edebiliyoruz'' diyen Hacıömeroğlu, şöyle devam etti: ''Travma sonrası psikolojik sorunların çözümü için kullanılan EMDR yöntemi, DBE tarafından geliştirilen yeni bir proje ile migren, gerilim tipi baş ağrısı gibi birincil baş arısı çekenlerin derdine çare oluyor. Proje çerçevesinde, kronik günlük baş ağrısı olan kişilere uygulanan

EMDR yöntemi sayesinde, hastalardaki ağrı şiddeti, sıklığı, süresi ve alınan ilaç miktarında ciddi düşüşler oldu. 


Bu yöntem ile yapılan, geçmişte yaşanan ve güne taşınan bazı olay ve anıları elden geçirmektir. Bunların yol açtığı hoş olmayan duygular ve ya bedensel duyguları zayıflatmak, acı vermeye devam etmesini önlemektir. EMDR'de kişi, acı veren anısıyla, güvenli bir ortamda yüz yüze geliyor. Bu şekilde onun üzerine gidebilme ve üstesinden gelmek için harekete geçme cesareti buluyor. Mevcut stres faktörünü tetikleyen uyarana karşı duyarsızlaştırılıyor.''

Hacıömeroğlu, uygulamanın, EMDR yönteminin yenilikçi bir tarzda yorumlanması olduğunu ve elde ettikleri başarının kısa bir süre içinde yurt dışında da ilgi gördüğünü belirtti. Hacıömeroğlu, ilaç tedavilerinin, baş ağrılarının azaltılması ve engellenmesinde, sadece geçici bir rahatlama sağladığını ifade ederek, EMDR'nin her tür kronik baş ağrısı çeken hastalar için ideal bir alternatif tedavi olduğunu dile getirdi.
cumhuriyet portal

1/10/2011

strese bağlı ağrılar için iki aşamalı tedavi uygulaması

    1/10/2011 04:28:00 ÖS   Yorum yok
aşamalı tedavi uygulaması

Genç-yaşlı, kadın-erkek neredeyse stressiz kimse yok. Stres sadece ruh değil, beden sağlığını da olumsuz etkiliyor. Kas ve eklemlerde sürekli ağrı hissettiriyor. Her 10 kişiden 2'sinde görülen fibromiyalji; yani strese bağlı kas ağrılarına çözüm bulundu.


Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde bir grup öğretim üyesi bu hastalığa çare buldu. Çalışma iki aşamadan oluşuyor.

Önce ağrıların gerçekten strese bağlı olup olmadığı tespit edildi.


Süleyman Demirel Ünv. Tıp Fak. Biyofizik A.B.D. Başkanı Prof. Dr. Mustafa Nazıroğlu konuyla ilgili şunları kaydetti:
"30 tane sağlıklı insanlardan 30 tane de hasta fibromiyalcilerden kan aldık. Ve bunlarda yaptığımız çalışmalar sonrasında stresin bunlarda önemli bir rol oynadığını gözlemledik."

12/28/2010

kalp krizi artık gençleri'de önemli ölçüde tehdit ediyor

    12/28/2010 08:59:00 ÖS   Yorum yok

Okutan, teknolojinin insanları tembelliğe itmesi, stres gibi faktörlerle kalp ve damar rahatsızlıklarında artış olduğuna işaret etti. 

önemli ölçüde tehdit ediyor


Geçmişte 40 yaş üzerindeki kişilerde görülen kalp rahatsızlıklarının artık 30 ve daha küçük yaşlarda da ortaya çıkmaya başladığına değinen Hüseyin Okutan, hastaneye kalp rahatsızlığı şikayetiyle gelen genç hasta sayısında artış olduğuna dikkati çekti. Prof. Dr. Okutan, ''Risk faktörleri arttıkça, özelikle son dönemlerde kalp rahatsızlığı yaşayan gençlerin sayısı artmaya başladı'' diye konuştu.
© 2014 deva arayanlar . Designed by Bloggertheme9
Proudly Powered by Blogger .